31 Ocak 2018 Çarşamba

Kısır yazı.

Bazı zamanlarım oluyor
Kal gelmiyor.
Gitmelerin peşini bırakalı çok olmuş.
Üşüyünce gitmeler, ben han olmuşum onlara.
Safi böyle görüşmüşüz gitmelerle.
Ne yoldaş olmuşum gitmeye ne arkadaş.
Kal kendinden habersiz.
Gurbetteki akrabam gibi.
Hep bir parça çikolataya bağlı kalmış hediyeleri.
Ben gameboy umuduyla beklemişim yollarını o kal'ın.
Kal hiç gelmemiş bana...
Tak da etmiyor pek canıma.
Canım çıkmış yanımdan.
Otobüsün camından seyrederek kırsalı, gitmiş benden
Bir haber canım çektiğinden.
Bir haber canım istemediğinden.
Duraksamaları oluyor düşüncelerimin.
En sevdiğim anı oluyorum kendimin.
Ne de güzel akıyorum yaşamın deryasında.
Dalgana bak ne güzel hikayeymiş diyorum.
Ama düşündüm mü bir de!
Gel de gör sen benim düdüklü tenceremi...
Durmaksızın sıkışıyor içimdekiler,
Patlayacakmışım gibi geliyor ama biliyorum
Patlamayacagım...
İçimdekiler yumuşayana kadar anca bir düdük sesi...
Lisanı olsa konuşmam mı içimdekilerin?
Farklılığını sevdiğimi aynılaştırır mıyım?
Bilmediğimden bu düdük gürültüsü.
Hatırı var da içimdekilerin , satırı yok
Sesi var da dili yok...
Modern zamanlara adapte olamadı.
Ya da olmak mı istemedi?
Modernin hapsinde kalmaktan mı korktu içim?
Dağlarını, bayırlarını, denizlerini
Kaybeder diye mi korktu oksijenin bile enjekte edildiği kapalı alanlarda.
Gerçeğini sevdiğinin sanalına mı tahammül edemedi?
Koşullanmaya koştu eşim dostum onu hatırlıyorum.
İsimlerde takılıp kaldılar.
Aynı "etkinliklerde" pasifize ettiler kendilerini.
Sıradan kelimesini duymadığım gibi algılıyordum .
Çünkü her biri aynı sıradan devam ediyordu.
Aynılaştılar.
Aynı.
Mümkün müydü biyolojik olarak aynı değilken
Bir ömrü aynılaşmaya harcamak?
E o zaman dedim ;
Dünya ancak bir düdüklü tencere...
Benim içim bir dünya...