4 Ağustos 2018 Cumartesi

Köşe

Döndüğüm köşeyi unuttum. Yaptıklarım hatırımda ,yitirmiş değilim ,başım hafif bir açıyla sola yatmış sağa bakıyordu. Yandaki duvarın üstündeki kızıllıklar sağ gözümün çeperinde bir nehir. Bense dönünce ne olacağını merak ederek gözlerimin açıklığını merakıma kapattırmıştım.

 İnsanlar böyle şeyler yapıyor sürekli. Gözü açık pür dikkat bir yöne bakarken aslen orada olmadığı oluyor. Hareket halindeyken bu durum daha aktif sanırım. Vücut salgısına devam ederken zihnin minik afyonlara düşmesi kaçınılmaz oluyor. Kendini yaptığına ikna ediyor, göründüğüne. Zihin oyunlarını vücut adımlarından daha gerçek bir yerde tutup, dış dünyaya ise böyle olmadığını lanse ediyor. Kurgu, eylemi hiç ederken , eylem kazanmış gibi duruyor. Bu galiba dünyanın yıllardır en revaçta kullandığı işletim sistemi. Bu sınıflar, açlıklar, tok olanlar , savaşlar, zaaflar... İşte bunlar hep benim duvarın diğer tarafını bir adım sonra görecek iken bile bu tarafın tadını çıkarmayışımdan sanırım. 

Dönmeden önce karşımda bir pencere hatırlıyorum. Boyumun çok üstünde değil, buradan içeriyi görüyorum fakat dönmek yerine düz gitsem boyumu aşacak gibi. Buradan görünüyor. Siyah bir çerçevesi var. Şık bir evin penceresi gibi. Sanki bilirmiş de bütün renkleri , siyahı tercih etmiş gibi. 
O pencereye asılı kalıyor bir ara gözüm. Hatırlıyorum. Yolun grisi de kenarda. Belki önüne park etmiş bir araba bile koyabilir zihnim. Ama koymuyor. Bomboş duruyor pencerenin önü. Sanki hep bomboş dururmuş gibi...

Döner dönmez köşeyi çok aynı geliyor o sokak. Duvarlar aynı. Belli ki döndüğümü düşündüğüm köşenin seyirindeyim. Kopmadım hikayeden. Gel gör ki ; bir iki adım sonra duruyorum. Gözüm ilerde ama aklım arkada. Tam döneceğim arkama ; korkuyorum ya umduğumu göremez isem diye. Öyle kaskatı duruyorum. Gözüm, oynamayan boynumun üzerindeki başımın verdiği izin kadar sağı solu süzebiliyor. Sokak tanıdık ama yabancı. Şimdi tamamen arkamı dönersem daha büyük bir yanılgıyla karşılaşırım diye de korkmuyor değilim. Topluyorum gücümü, dönüyorum arkamı ; köşe bu değil! 
Nasıl olabilir bu iki adım attım sadece! Mümkün değil başka türlüsü. Bu köşe nasıl benim döndüğüm köşe olamaz! Bilimi çağırın buraya! Aklı çağırın! Yok mu bunların da üç harfli numaraları? Ya da  akılda kalan üç harfli numarası olanların hiç bir zaman üç harfin ehemmiyeti gibi davranmadıklarından dolayı ,zekaya bilime böyle bir kod koymamışlar mı? Bunlar amacından şaşmasın diye mi halktan uzaklaştırmışlar acaba? 
Peki ben ? Nasıl açıklarım bunu kendime? İki adımdan nasıl değişir döndüğüm köşe?  İki adım yahu! 

O zaman bu iki adım aslında çok büyük! Biz azımsamayı çok sevdiğimizden mi görmüyoruz onca şeyi? Azınlık kelimesi bu yüzden mi çoğunluğun yese de doymadığı bir şey haline geldi? Belki de çoğunluk daha çok zaman ayırsa azınlığa , şımarık bir çocuk gibi tüketmeyecek mi azınlığı? Doygunluk gelip hazların yerini mutluluk mu alacak? 

Ben adımlarımı ben böyle mi tükettim peki?  Şımarık bir avare gibi mi? Belki de her adımım da karşının penceresine, döndüğüm sokağın merakına bu denli düşmesem attığım adıma odaklansam , adımın keyfini çıkarsam , ayak parmağımdan boynuma kadar vücudumun farkına varsam, o anda kalsam belki de hafıza kırıntılarım daha köklü bir ağaç gibi olacak. Simulasyon gibi değil...Yolunu kaybetmemek için ekmek kırıntıları bırakan biri yerine, yol derdine düşmeden yolun tadını çıkaran biri olup her yeri benim hissedeceğim...

Acaba dönerken dönmeyi düşündüğüm için mi döndükten sonra döndüğüm yeri unuttum?