12 Aralık 2022 Pazartesi

Senden tek ricam var; kalbine sahip çık... 

Kalbin etraftan daha mühim. Etraf değişir, sistemler değişir, seçimler değişir yanına kalan kalbin olur.  Zaman zaman dünyevi dertlerin, zihninle birleştiğinde akıl almaz bir hal alır.  Aklın almadığı zihin oyunlarının peşinden gitme... Aklın almadığı tek şey aşkın olsun, onun peşinden git. Bu dünyadaki tek teneffüsündür aşk. Onu da zihnine heba etme. Zihnin toprağına aşkını gömersen, "keşke" dışında bir şey yetişmez. 

Aklın almadığı günlük şeylerin peşinden gittiğinde, bir hurafe yüzünden töre cinayeti işlemiş bir çocuk gibi kalakalırsın kendi dört duvarında. Sevdiğin ya da tanımadığın birinin yaşamına neden son verdiğini anlayana kadar aklın başka bir şey de almaz olur bu dünyada. Sen başkasının düşmanını yok edeyim derken, kendine düşman edersin kendini. Gönlün senden uzaklaşır... Seni ilelebet götürecek tek şey olan gönlünü de başkasının korkusuna kurban edersin. Sen kendi içine odaklan. İnsanız elbet korkarız fakat korktuğun şeylerin mesuliyetini başkasına yükleme. Sen git üzerine, sen çöz kendini. İnsan, kendiyle olan yolcuğu başlamadan başına gelenin kıymetini bilmezmiş... Dilerim sen dünyanın bütün kıymetlerini bilirsin...


Aklın almadığı yerde bir seçim de olmaz. Bakma sen modern zamanların güzellemesine, akıl almaz olaylarla kendini oyalayanlara...  Dünyanın hafızasında duygular akla bu kadar yatmasa, böylesine miras bırakılır mıydı nesiller boyu? 

Aşkından dolayı yaptıkların akılsızlık gibi lanse ediliyor şimdilerde. Akıl ve vücut kar etmese bu kadar besler mi hiç bu duyguyu? Bu çağın işi gücü insanlığı kısıtlamak, stabil tutmak. Bakma sen histerilere duygu diyenlere akıl almazlıkla bağdaştıranlara; akıl duygunun yaveridir, başkasının takdiri değil. Sen önce duyguna, sonra aklına sahip çık ki, kendinle ters düşmeyesin.  

İnsanın yegane yaveridir kendi... Hem bulamazsa kendini nasıl görsün dengini? 

Önce insan yola çıkıp kendine sora sora, göre göre bulmalı kendini.  Başkasının ona anlattığıyla olmaz o. Seni doğuran bile olsa o değil ki kendi. Sen kendine bir yol, ömrüne gün ol. Elbet karşına başkalarında kendini arayan çıkacak, kendinden kaçıp da başkasına düşenin vay haline...  

Kendini bulmalısın ki;

Kendini bulmaktan kaçanın sözüyle yola çıkmayasın, kararsız denge iki söze hemen değiştirebilir yönünü, başka bir yöne gider, sen başkasının yolunda yapayalnız kalırsın. Yol senin olmaz, kendin sende kalmaz... 

Senin cevherin kendiliğinin sandığında parıl parıl parlarken, akıl bunu bilirken ne kadar katlanabilir bu cimriliğe... Ne kadar yorar ömrünü? Sen ne kendini ne başkasının ömrünü yorma. Ömür yaşanmak için, bir lütuf. Sen onu, tanımadığın dertlerin külfeti yapma... 

Velhasıl aklınla kalbin yolu birdir. Bunları ayırdın mı cereyan yapar, için o zaman sızlar. Sen o yüzden kalbine sahip çık... 

İçini sızlatma... 


21 Ekim 2022 Cuma

HATA

  Görünmeyen hatalar var. Asıl yapanı belli değil, görünmez. Ararsın kimin hatası olduğunu. İçindeki hafiyeyi bir hayli uğraştırır .  

Hata,  adeta sahibi olmayan yavru bir can gibidir. Kimse nasıl büyüyeceğini bilmeden almak istemez. Hatasını bile kendine uygun seçmek ister. -Bilmez ki uygun olmayan ona düşmez -. Sonu belli olsun ister,  hatayı bile bilerek yapmak ister. Onu da bilir insanoğlu! Bilerek yapar, ben biliyordum der... Hatanın bile tadını çıkaramaz. Sürprizinden çekinir hatanın. Sonundan korkar da başına güvenir. 

Halbuki cevher gibidir hata.  Arayıp soruşturduğunda, aslına vardığında görürsün hatayı. Cevher gibidir ya hata, salt kazanım hissi vermez. Piyango çoşkusunu bulamazsın o cevherde. Öncelikle bir hazım sorunu yaşatır. O aidiyeti hissedemezsin.  Sesli sesli reddeder, arada yutkunurken kabul edersin. Sustuğun cümleleri de diyemezsin, çünkü insanoğluna giz vermişler.  Bak onca mitlere... Boşuna mı bu miras?

 Lakin her yutkunduğunda daha bir ciğerlere iner demediklerin. Ciğerinden yanarsın da bir şey diyemezsin. Sonra bunun telaşı başlar. Hataya uyandın bir kere, gel buyur sıçramalara... Ciğerine değdi artık, bünyene güvenmekten başka çaren yok. 

Sen ki giz seven cevval, bünyesine de güvenemeyen gizli kahraman... 

Buna telaş edersin, edersin de telaş da önemini yitirir bir yerden sonra, aksırmak gibi gelir kabul. Bir bakmışsın direnmeyi unuttuğun bir an kabule düşmüş yolun. Sesli olarak kabul edersin. Yavaş yavaş sesinin tınısı gelir yerine... Tok bir sesle, doymuş bir sesle kabul edersin... İnsan açlığını ilk bu zamanlar yitirir, doyuma buralarda varır. Açgözlülüğü kaldırır rafa, doyduğuna şükreder...

Aç kalmış insanlar başkalarının hatalarını görür. Kazanım zanneder başka madenleri, magazindir halbuki... İnsanlar kendine yoğurur gibi davranıp başkasına yedirir hatasını, bu sebepten bilmeyiz hatanın lezzetini... Ve bu damak tatsızlığımız ile övünürüz.  Tenekeleşmiş kalplerin çoğu bu tatsızlıktan...

 Hatanın bir diğer başarısı saklanabilir olmasından gelir. Emek ister hakiki hata. Yattığın yerden olmaz. Hata dediğin öyle bir saklanır ki; her bakan başka bir ucunu görür de tamamına kani olamaz. Bir sen görebilirsin tamamını, hata senin gizemini çözdüğün evrenindir oysa...

 Bir gün yerin değişir, hatan değişir, ışığın vurduğu her yerde yeni resimlere denk gelirsin... Her resimi iyice inceleyip cebine koyarsın. Onlar orada birikedursun. Biriksin ki, bi zaman sonra cebindeki  resimlere hızlıca baktığında film olsun... 

30 Ağustos 2022 Salı

 Yarım. 

Ne demek diye sorsan bitemeyen bir cümle ile girerim konuya. Öyle yüksek enerjiyle başlarım ki cümleye, öyle kitabi...  Ama sonunu getiremem. Sanki biri tutar dilimi. Tıkanırım yarımı anlatırken bile. 

Öyle bir yarım. 

Hatrı kalan bir şey bu yarım, devamının tamam olduğuna inandığın vehayut evvelinin tamamına inanmadığın. Evveli senin oysa ki. Senin tamamsızlığın ve bugünün yarımlığı. Nerden baksan ahmakça. Ama ahmaklık bazen öyle...


Günlük dertlerin tamamını unutup, varlığımın yarımına düştüm. Biri çelme taktı. Ya da bir çelmeye takıldım. Ya da çelme uzun süredir takılayım diye gerim gerim geriniyormuş da, bir sarhoşluk anında bin kilometre gidip takıldım. Takıldım işte, süsleri bir kenara bırakalım.

Velhasıl çelinen ben, bir hayatın ayağında bir süre yüzü koyun yattım. Kalktım az biraz, belimden doğruldum. Yüzü vardı. Yüzü için birkaç bin kilometreden daha düşebilirmişim gibi hissettim. Yüzü, benim herhangi bir şeyin yüzünden yapmadığım herşeyden daha yüzünden idi. Ve ben onun yüzünden uzun süre öylece kaldım. Gözlerim kaygıların arasında anlamaya çalıştı ne olduğunu...

İnsan bir süre yatınca da yarım kalmış hissediyor.  

Garip bir halüsinasyon bu yarımlık. İnsanoğluna sanki aklı erdiğinden beri empoze ediliyor. 

Bazı hayatların yarım kaldığına inandırılır, her ölüm erkendir, uykun bölünmüştür, işten çıkarılmışsındır, okulundan diploma almamışsındır, dağın tepesine tırmanamışsındır... Bu liste uzar da gider, bunlar gizli yarımlığıdır hayatın. Tamamının bu olduğuna inanmaz insan ısrarla. Sürekli olmamış bir gelecekten bir şey bekleriz. 

Duygularımız mesela, yarım kaldı denir...

Hiç korkma halindeyken bir anda korkmamaya başladınız mı? Ve bu halin içinde yarım kalmış gibi hissettiniz mi? Sanmam...

Korkmanın yarıda kesilmesi bir başarı gibi lanse edilir.  Bir şeyi alt etmişsindir. Daha varsındır. 

Söz konusu sevmek olduğunda adı yarım kalmak olan durum, haz veren bir şey olmaz. Eksilmiş gibi hissedersiniz. 

Halbuki yarımlıksa yarımlık... 

Yarımlık görece değiştiğine göre, tamamın peşinden koşmak da koşu bandında yakılan kalori gibi... 


Yarımlığım benim, tamamlığın çaresizliğini yeniyor gibi. Bir kaç evreye -tamam- ederim yarımlığımla ilişiğimi. 

Yarımım ben. İronik bir yarımlığın içinde tamamlanma arzusu ile uğraşıyorum. 

Tamamlanma arzumdan vazgeçmeye başladığımdan beri, olanın olduğuna teşekkür ediyorum. Bu laf değil. Sadece zaman zaman çocukluk refleksim geliyor aklıma ve keşkelerle dans ediyorum. Bazen bir sızı oturuyor burnuma ki... Ama yine de bir yerde teşekkür ediyorum...


 



9 Ağustos 2022 Salı

?

 Hangi şarkı anlatır senin derdini? 

Hangi şiirde ahvaline derman bulursun? 

Hangi memleket senin çocukluğundur? 

Ya da hangi insanda kendine gelirsin? 

Bir yolsa bu ömür dediğin, durağa arzun nedendir? 

Sadece iki soluk almak için mi sarılır insan bir diğerine? 

Yoksa evladiyelik dediğimiz şey mi birleştirir bizi? 

Bilmediğimiz halde neyi geleceğe teslim ediyoruz?

Ya da neden düne emanet bugünün duyguları?

Neden olmamışlar yüzünden olanı yitirmek asli görevimiz? 

Neden bir tasvire ihtiyacı var hislerimizin? 

Bir diğerine anlatmak arzumuz neden? 

Neden haklı çıkmak istiyoruz yüzyıllardır haksızlıkla dönmüş bu dünyada? 

Tarihe inat bu haklı çıkma gayretimiz neden? 

Neden bütün bize, bugüne  ait olmayan şeylerle değerimizi ziyan ederek güçleniyoruz? 

Hakiki güç yaşamak iken, neden ölümün gücüne sığınıp varoluyoruz? 

Bildiğimiz varken, bilmediğimize sığınmak neden? 

Yorgunluğunu bir apolet gibi taşıyan insanlardan olmaktan başka çaremiz yok mu? 

Yorgunluğun apoletindeki bir yıldız olmaktan vazgeçip, evrendeki bir yıldız olmayı seçmeme sebebimiz nedir? 

İnsan sevdiğini susuyorken, neden kızdığını oluk oluk döküyor? 

İnsan kızdığı şeyleri sevdiğini ne zaman idrak edecek? 

Onu rahatsız eden her şeyin ona dair olduğunu ne zaman kendine söyleyecek? 

Ne zaman gönlüne zihninden öte kıymet verecek bu insan? 

Kim öğretti bu bir sürü hazzı olmayan rolleri, kimlikleri? 

Kim seçti bu ağır abi olmayı, hanım ablalığı? 

Kim kalbi iki kalıba sığdırıp öldürdü? 

Kim milyon ihtimali, kıçı kırık bir kaç seçeneğin içine sıkıştırıp boğdu?

Kim özünü bulmak yerine bir logoya kurban etti hayatını? 

Kim bu vefayı kurbanlık koyun, sefayı da cehennemlik domuz diye lanse etti? 

Kim sevgiyi boyun eğmek, gitmeyi ise bir başkaldırı olarak anlattı bize? 

Kim bu yorgunlukların, aidiyeti olmayan kaygıların sebebi? 

Kaygı ne ola ki? 

Hani ölüm var bıdı bıdı diyorduk? 

Ne ola bu kaygı? 

Ölmeyeceğini düşünenlerin markası mı bu? 

Ölene kadar yaşama arzusu olmayanların gardı mı? 

Ya da anne, babanın sana verdiği bir kalkan mı bu kaygı? 

Kim bu bizi dünyaya getirip, gönlümüzce yaşamamızı engelleyenler?

Kim bu yaşam ödülünü cezaya çevirenler? 

Kim bu doyduğuna sevinmeyip, yarın aç kalırım diye hırçınlaşanlar? 

Kim bu yazıyı buraya kadar okuyanlar? 

İnan bu soruların hepsi benim, hepsi sensin... Yaptığını da, yapmadığını da seçen sensin. Bunun sorumluluğunu başka bir şeylere yüklemenin manası yok... Sen de biliyorsun... Senden öte köy yok bu dünyada... Ne zamana ki bu dünyanın en güzel köyü olduğunu farkına varırsın, o zaman toprağın kıymetlenir, kalbin verimi artar. Sonrası da işte, dünyalık...


6 Ocak 2022 Perşembe

 Yoruldu günler. Sabahın nuru gitti, gündüzün hayrı. Derdi ortak ettik şimdiye. Gerdik gönlümüzün yayını. Ne öteki yaptı bunu bize, ne beriki; içimizdeki yaptı. Bunca gamı, derdi sen ben giydik. Kırdık yüzümüzü, yapıştırdık tekrar. Kırıldıkları yer hala aşikar... 

Yoruldu yarınlar, daha gelmeden bugünün yorgunluğunu anlattık bilmediğimiz yarına, bildiğimiz gibi oldu yarın. Baktık bildiğimiz gibi, hemen buyur ettik. Bize tanıdık olsun yeter, hemen veririz bizim sandığımız malı mülkü. Hemen veriririz yaşama hakkımızı. Sana bana öğretilen her şeyin tamah etmek üzerine olması boşuna mı? Sen yeme, içme, hakkın da değil yaşama; lakin tanıdık birini buldun mu hemen yaşat. Çünkü tulumbayız biz, suya boyu yetmeyenlere su çekmek için gelmişiz. Velhasıl ver Allah'ın suyunu, Allah'ın tembeline. Sana kalmazsa su, bırak Allah'ın sana verdiği güç var. Ona vermemiş, senin sırtına vermiş... Olsun... Sen yor yarınları, hayra değil de bugünün aynına yor... 

Bilmediğimiz şeyler korkutuyor bizi. Çok güçlüyüz tabii, bize bir şey olmaz da, bilmediğimizden korkuyoruz. Bilinmezlik bizim zayıf noktamız. -Hadi kalk gidelim, öğrenelim desek ona da yoksun, belki de Allah'ın tembeli buradan da tanıdık geliyor, ama biz bilmiyoruz-  Seviyoruz bilinmezden korkmayı, bildiğimize de çökmeyi.  Ömrünü çalana iki söylenip tatmin olurken, ömrünü paylaşanı da döve döve öldürüyorsun. Yakınına uzak olanın, uzağına yakın olması da normal. Sana yapılan, sana da bir yerden tanıdık geliyor di mi?

Yorduk dünlerimizi, anlat anlat onlar da yoruldu. Bugün de yaşanacak bir şey bulamayınca, geçmiş hikayeleri güzelleye güzelleye anlattık, bire beş kattık, eğriyi doğru yaptık. Kim aksini iddia eder? İspatlasın, o ispatlayana kadar ben zaten bire on katarım. O doğruyu bulmak için çalışadursun, benim bir hurafem başkasının on doğrusuna denk. Dünü dünde bırakmadık, sündürdük de sündürdük. Esnedikçe rengi gitti. İnsanlar bugüne kıymet veremediği için dünün güvenine sığındı, hallaç pamuğu gibi oldu; bugünün kendine güvensizliğiyle dünün hikayesinin şefkati...

Yorduk insanlığımızı,  neşe yerine keder bağları ile sevdik birbirimizi. Kederi tanıdık olanı yakın bulduk. Kendiliğimizin verdiği huzuru, beğenilme kaygısına teslim ettik. Güldüğümüz anları ekrana, duyduğumuz sesleri kulaklığa devrettik. Durduğumuz yerden hasta ettik kendimizi. Durduk çünkü. Yaratımımızın aksine, herkes büst olmak istedi. Küstü doğa, açmak istemedi. Kendimiz gibi onu da beton etmek istedik. Betonu yerle bir etti doğa, bir biz yerle bir edemedik olmadık düşüncelerimizi. Herkes birbirine soru sordu da, bir kendine sormadı. Kendi yediğinin hesabını başkası ödesin istedi, herkes böyle isteyince de ortada başkası kalmadı. Başkası herkes, herkes de kendi oldu. Kendi herkes olamadığı için yorduk insanlığı... Herkes, herkes ona hizmet etsin istedi. Kendilik bir lokma ekmek bulamadı... 

Öldü kendiliğimiz. Yorgun düştü. Bir sürü farklı rengin, türlü değerlerin, sayısız ihtimalin olduğu kendiliğimiz, kendini dümdüz bir otoyola, küçücük bir ekrana yeğledi...