10 Aralık 2018 Pazartesi

Yaramaz Zihin

Gönlümün camekanına bir taş attı zihnim. Parçalandı camları, tuzla buz. Her parça ayrı tuz bastı açık kalan yaralarıma. Yandıkça yandı kıyafetlerimin altında sustuklarım.
Ama şık...

Rüzgar değdikçe harladı kaş çattığım şeyleri. Yine çattık durup dururken dedim ama içimden. Kaşlarım yay gibi olmayı unutmuş zaten. Yana yana, döne döne vurdum duvarlara kendimi döneyim diye, geleyim diye kendime. Daha feci yaralar açtım kendime. Kaşıma derler ya bazı bazı, ben tahriş etmişim, çok olmuş tembihler havada asılı kalalı. Sanki kendi harı yetmezmiş gibi, kaşıyarak bir de kıvılcımlar eşliğinde yakmışım yüreğimi. Uzaktan hoş bir görseli olan bu ışık şöleninde, kendi uçtuğu yerlere havai fişek attıran kuşlar gibiydim. Kendime, nereye sıçrayacağını bilmediğim fikirler atıyordum.
Ama şık...

Kim bilir kaç insan uzaktan yaptığıma bakıp hayal kuruyordur, kimilerinin suratına bir gülümseme oluyorumdur, kiminin anlık şaşkınlığı, kimin ışıltılı yalnızlığı ama kanatlarıma zarar... Havai fişek gibiydi zihnim; nereye doğru patlayacağını kestiremediğim. 
Ama şık...

Yanmaktan bitap düştükten sonra, aynı camlar adeta suyu boylayan yaralı bir kuşun, soğuğa aniden çarpması gibi buz bastı yüreğime. Gözlerim açıldı fal taşı gibi. Hurafe emsali bir medyum gibi görüyorum diyemezdim ama olmadığı kadar açılmıştı gözlerim. Penguenleri anladım, kısır kabiliyetlerini... Soğudum, bildiğim soğudu.
Durduk öyle hareketsiz, zihnim ve ben. İkimizde konuşmuyoruz. Bademcikleri şişmiş soğuktan. Ağzımı açsam gözümü kısıyorum. Zihinse kapı duvar, diyeceğini demiş, eski bir resim gibi duruyor karşımda. Ben kalmışım hasta yatağımda...

Etraf yıpranmış resimler dolu, acımış ahşaplar. Ahşaplar kaşlarım gibi, resimlerin kırgınlıkları yüzümde bir harita. Güneş girer mi dersin evime? Yoksa  kapital bir doktor kurbanı mı oluruz bu dar-ı dünyada?