30 Aralık 2017 Cumartesi

İstediklerin.

Yorulduğun anlar var hayatında. Canının pek bir şey yapmak istemediği. Yaptıklarının bile fazla geldiği. İnsan enerjinin tükendiği, varlığının farkına varamadığın anlar var hayatında. Dertler var , tasalar...
Belki kimsesiz olduğunu hissediyorsun, belki geleceği göremiyorsun. Belki sarılacak bir şey arıyorsun belki kolların bir şeye sarılmaktan yorgun düşmüş dinlenmek istiyorsun. İşsiz kalmış , hayat standartını kaybetmiş olabilirsin. Ya da standart diye bir şeye vakıf olmamış bile olabilirsin, senin için sadece geçim derdi diye bir süreç olmuş olabilir.  Aşık olmuş , istediğin cevabı alamamış olabilirsin. Ya da hiç aşık olmamış olan biten şeylere turist gibi bakıyor olabilirsin. Ailenle anlaşamıyor olabilir ,mutlu olmayabilirsin. Veyahut ailenden kopamıyor , onlarsız yapamıyor olabilirsin. İş yerinde kendini oraya ait hissetmiyor olabilirsin. Başkalarının işine yarayıp , içten içe kendi işine yaramadığını düşünebilirsin.  Kendinle kaldığında yapacak bir şey bulamayıp, sürekli başka cihazlarla oyalanıp gün geçirmeye çalışıyor da olabilirsin.

Bunların hepsi kurmaca. Bütün dert dediğin, ah dediğin, vah dediğin...Bütün bu söylediklerin, kendini eğlediğin şeyler. Olmamışlıklar üstündeki terli bir kıyafet gibi üşütüyor seni. Çıkarıp ,duş almak kadar kolay bir yerdesin. Terden üşüyorsun diye havayı soğuk zannediyorsun. Titreme anında insan beyni türlü oyunlar oynar. Acizlik , korku, söylenme gibi adetleri vardır. Şimdi sen buraları okurken bile türlü antitezler söylüyorsundur içinden, adeta bir sayıklama gibidir onlar. Anında çıkıverir ağzından ve çok zamanlar söylenmiş olmasıyla beraber manası hiç tartılmaz. Kalabalığın söylediği, ne olduğu bilinmeyen sözlerdir. Yıllardır söylendiği için sen de bunu doğru kabul edersin. 
Gerçi neden doğruya bu kadar ihtiyacın var o da bilinmez ama...
Hep bir doğru olmak çılgınlığımız var. Öyle ki bazılarımız dosdoğru gidiyor. Dümdüz! Doğru olmayı öyle yanlış anlamış ki doğruca beton gibi devam ediyor hayatına. Sorgusu yok doğrusu var. Yaşam evrilmiş, ekolojik denge yerle bir olmuş, dünya pamuk ipliğinde yaşar olmuş o hala annesinin beşiğinde doğru doğru diye bir o yana bir bu yana sallanıp uyuyor. 

Diyelim ki titremelerinden vazgeçmiyorsun, değişimden korkuyorsun.  Dünya zaten yitip gidiyor. Baktığın açıyı biraz değiştirmeyi dene,senin maaşının iki gram azalmasından korktuğun dünyada eş zamanlarda neler oluyor. Senin peynirinden daha vahim olan şeyleri görüp, kendinin de bu dünyada söz hakkı olduğunu hatırlaman için ne yapmak gerekiyor? 
Bizim insanımız ya titriyor ya da yanıyor! Ortası yok. Sağlıklı bir durum yok. Ya çaresizlik titreyişinde ya da dünyanın sahibiymiş gibi alev alev ortalığı birbirine katıyor. Soran olursa zamanında titredim diyor, zamanın ondan haberi yok.Zeka terk! Denge zekadan önce gitmiş. Onlar bile gitmiş sen gitmekten korkuyorsun! 
Seni şu an istediğin bir şeyi yapmaktan alıkoyan ne var hayatında ? Sıkışan maddiyata yaslanıyor. Ama daha fazla çalışıp , gerekli olan şeyleri elde ettiğinde bir şeyleri bırakabilip isteklerine zaman ayırmak kimsenin aklına gelmiyor. Kendini adam akıllı kapatıp kazandığı parayı kontrol etmek hep hava cıva gibi geliyor. Hep bir olmazlar edebiyatı. İşin özünde az çalışıp çok kazanmak istiyoruz. Sadece para değil, sevgide de sağlıkta da. Her zaman köşeyi dönme planlarımız var , yolu sevip tadını çıkaranımız yok. Üç beş kişi dışında. Dünya nüfusuna vurduğun zaman dünyanın haberi yok o üç beş kişiden. 
Bırak artık! Çıkar şu üstündeki terlileri...Git bir duş al. Sıcak su o kadar zor bir şey değil. Vücut ısını dengele. Çık kendine bir çay , kahve koy. Bırak yahu çayı kahveyi su koy! Su iç güzel güzel. Al eline kağıdı kalemi yaz! Bütün istediklerini , kendini içinde gördüğün dünyalarını tasvir et. Yaz! Arzuladıklarını,merak ettiğin yerleri, görmek için nelere ihtiyacın olduğunu! Olan durumlarından vazgeçmekten korkma! Vazgeçmek kaybetmek değildir. Nasıl buraları edindiysen yine edinebilirsin. Yine sevebilir, yine iş bulabilir, yine yeni istekler yazabilirsin. İstemekten çekinme. Sevmekten çekinme. İnsanız...Kendi yaşamını kimsenin tanımadığı bir heykel kıvamında ziyan etme. O heykelleri de kim bilir hangi insanlar yaptı. İnsan eli değmiş şeyleri bu kadar tabulaştırma.Kalbinin ormanları, elin yaptığı binadan daha korunaklı...

3 Aralık 2017 Pazar

Yalnızlığım...

Yalnızlığı mı soruyorsun bana? 
Bilir miyim diye? 
Bilmem... Ben kendimi bilemediğim gibi onu da bilmem. Kendim kadar benimdir o. Ona rağmen bilmem. Öylesine zaman harcamışımdır ki yalnızlığıma, öyle şık kafiyeler bulmuşum ki, öyle zamanlarım olmuş kendisiyle hayal bile edemediğim, umutlarımı ,kaygılarımı, korkularımı, arzularımı, egomu her bir şeyimi yanında dökmüşümdür. Yine de bilmem.

Hayatımın tek tanığıdır o. Yakın dostum vs. demeyeceğim. Dostluktan ötedir çünkü. Hayatımın neredeyse tamamını onunla geçirdim. Çocukluğumda oyunlar oynarken kalabalıktım , insan üstü güçlere sahip kahramandım ;  fakat yalnız. Oklavaları , tencere kapaklarını ancak yalnızlığımda türlü eşyalar gibi kullanıyordum. Ummadık biçimlere sokuyordum onları. Olağan dışı idi yalnızlığım. Olağan olan birileri ile olan halimi alttan almamı sağlıyordu yalnızlığım. Bazı zamanlar koca bir şair - ama heykelsiz- , bazı zamanlar bir taksici , bazı zamanlar hızlı bir motor sürücüsü , bazı zamanlar harika bir basketbol oyuncusu, bazı zamanlar ise sevdiğini kurtaran kahraman oluyordum. 
Biraz daha büyüdüm. Yalnızlığım bir yumruk yedi. Anlamadım ne olduğunu. Bütün yalnızlığım bir başka kişinin olmayışını yaşatmaya başladı. Hayallerim bir kişinin ihtimaline düşüverdi. Nasıl çıkacağımı da bilmiyordum bu hayal havuzundan. Yalnızlığım bile rahata alışmıştı. Türlü durumlardan birine sırt yaslamış, oturduğumuz yerden kendimizi eğliyor idik. Ne yalnızlığımı yaşar oldum, ne de biri(leri)yle olduğum zamanlarımı. Hepsi birbirine girmeye başladı. 

Zaman geçti. Ağlamaya başladım. Yalnız.Artık hayalini kurduğum süper güçlerim, hayranlık uyandıran şiirlerim, şarkılarım yoktu yalnızlığımda. Radyom vardı , kaset çalar vardı bir de yolluk elime ne geçerse. Artık yalnızlığımda dostlar aramaya başlamıştım. Dert ortağı deniyordu. Bir şarkı dostu, bir yıkık omurga oldu yalnızlığım. Bazı zamanlar şiddeti sevdim yalnızlığımda. Çocukluğumdaki olağan dışı  fantastik hallerim, bir kaç zaman sonra olağan dışılığını şiddetle tatmin ediyordu. Zararı yalnızlığımla karşılıyorduk. Kavga davamı haklı kılıyordu. Kalabalık sakinliğimi , aksi yalnızlığımla bütünleyip kendimi daha bir dünyayı anlamış hissediyordum. Halbuki...

Hayatımdaki zorunlulukları yalnızlığımla pekiştirmeye başladım sonra. Yalnız okuyordum. Yalnız çalışıyordum. Kalabalık ders çalışma hayalleri ağabeyimden miras kalmıştı. Ama her miras gibi bana kar etmedi. İnsanlar gündüz saatlerinde çalışırdı. Ben sabaha karşı kalkıp çalışırdım. Daha yalnızdı ortalık, sessiz. O sessizliğin içinde kaybolurdum. Ayılınca gün doğar ,düzenin getirilerine mecbur düşerdim. 

En sevdiğim saatlerdir hala sabaha karşı saatleri. Her gittiğim şehirde mutlaka tadına bakarım. Şehrin daha gerçek, dışarıda olan üç beş kişinin de daha kendinde, seslerin daha şahsına münhasır olduğu zamanlar bana hep daha çekici gelmiştir. Bir çoğumuzun korktuğu saatlerdir ki ; aslında kendimizden korkarız. Güç yoktur o saatlerde, şiddet dinmiştir, yalnızlık bir çoğunun suyunu sıkmıştır.

Sonraları yalnızlığım artık seçimim olmaktan çıktı. Odamdaki yalnızlığım bir şehir yalnızlığına büründü, Kalabalığımı büyük sofraları bırakıp, bir tabak sebze yemeğine düştüm. Yalnızlığımla sohbet ediyor onunla bolca zaman geçiriyordum. Bazı zamanlar onunla hayal kurmayı bırakıp sadece münakaşa ettiğimi farkına varsam da var olma biçimimiz değişti herhalde diye pek üzerinde durmuyordum.

Kalabalığım adeta bir maratona dönüşmüştü, konforlu kalabalıktan eser kalmamıştı. Her ne kadar tercih etmesem de eski zamanlarda konforluydu kalabalığım. Yalnızlıklarım benim seçimimdi. Şimdi ise başkalarının seçimlerinde anlamadığın kalabalıklar , yalnızlıklar yaşıyorsun. Yine de hatırı vardı yalnızlığımın, o adeta vahşileşmiş kalabalığın yanında hala en yakınım idi. Güzel vakitler geçiriyorduk yine de. 

Çocukluğum zamanları geldi aklıma. Onlara yolculuk yapmak istedim. Aldığım nefesin iyot kokusunu, ağaçların esintiyle öğleden sonralarımı candan edişini. Adı olgun olan dönemimden, çocukluğuma dönmek için kullandım yalnızlığımı. Zaman zaman toplumdan virüs de kaptığım oluyordu. Yalnızlığım bir zaman domuz hırsına düştü. Kafamın diki ile girdim. Yaban ama modern görünümlü bir insan olarak. Sonra bir yalnızlık halinde sese düştü hırsım. Utandım çocukluğumdan. Özüme baktım rengi dönmüş. Doğruca gecenin karanlığında denize koştum. Attım kendimi suya, karanlığa.Bütün bana ait olmayanları aldı benden gece denizi. Biraz üşüsem de kurulandım, geçti.Çocukluğumun hatırına atladım bisiklete gittim sanayi'ye. Bir tantuni attım. Çocuktum ve gelişme çağındaydım o sıra. O yüzden bir tane atmadım kabul. Bir kaç tane attım... 

Yalnızlığımı tekrar sevmeye başladım. Artık oklavalar,tencere kapakları olmasa da kelimelerle, metinlerle , melodilerle hayaller kurmaya başladım. Hayatıma girenler oldu, yalnızlığıma zaman zaman nefes aldırdılar. Bölüştük. Seviştik .Didiştik. Yalnızlığımla beraber kurduğumuz planlardan bahsettim o insanlara. Plan derken aklına kariyer / gelecek  planları vs gelmesin. Bir kaç an , bir kaç duygu merakından bahsediyorum. Öyle boş hikayeler yoktur benim hayalimde , gücümün ötesindeki şeyleri hayalime karıştırıp hayal gücümü zayıf hissettirmem. Kahramanlık oyunların üzerinden çok evreler geçti hayalimde. Yalnızlığım ne aldı bilemem ama bir hayli bir şeyler kattı bana. Aklım erdiğinden beri çantamı alıp tek başıma bir yerlere giderim. Kulağa çok havalı gelirdi ilk zamanlar, bilmiyordum bir yerden kaçmanın kurtulmaya yetmediğini. Ama şimdiler eve erzak alışverişi yapmak kadar olağan geliyor benim için. Ruhumu doyuruyorum yalnız gidişlerimde. Ansızın duruyorum. Ansızı yürüyorum. Soran eden yok. Keza neden olsun ki? Bazı sohbetlere tanık oluyorum ; sonra kendime bakıyorum , o kadar çok yalnız kalmışım ki, o kadar çok yalnız yaşamışım ki bu olağanlaşmış bende. Biriyle uzun süre zaman geçirmek tahayyül edemediğim bir hal oluvermiş. Unutmuşum. 

Benim varım yoğum yalnızlığım kalmış. Bazı zamanlar seven oluyor yalnızlığımı. Bazı zamanlar sempatik bulmuyorlar. Bazen ukala oluyor yalnızlığım, bazı zamanlar çok mütevazı. Bazen beni tatmin ediyor yalnızlığım , bazen aç uyuyorum. Ama her adımım da hatırı var onun.Varlığın da yokluğunda yanılsama olduğunu gösterir bana. Bir işi yalnızken de seviyorsan yapıyorsan ondan haz alabildiğini, tutkunun gündelik heveslerden uzakta da var olduğunu, öz'ün sadece sen olduğunu, kimliklerin reklam panoları olduğunu hatırlatır bana...


14 Kasım 2017 Salı

Meğer

Biliyorum oradasın. Ben her nereye gidersem gideyim, sen gittiğim yerin orasındasın. Benimle gelmiyorsun kabul! Ama gidince,biri yere oturuyorum biraz soluklanıyorum, kahvemi alıyorum elime. Kokusu geliyor burnuma, önce kokusunu içiyorum, sonra dilime değiyor çekilenlerin sulandırılmış hali, bir nefes veriyorum. O sırada kahvemi geri koyarken masaya, bakıyorum oradasın. Hangimiz önce geldi onu da bilmiyorum. Diyemem ki beni takip ediyorsun. Ben de etmem ya! İkimiz de seyrimizdeyiz. Kimseye diyecek lafım yok ama bildiğimi de sakınamam ben. Bazı zamanlar hızlı hızlı yürüyorum ki hızlı yürüdüm mü yürürüm hani! İnsanları es geçe geçe, sanki onlar yokmuşcasına yürürüm. Bazı anlar olur, ben yürürken biri bana çarpar. Ama benim "iyi misiniz? "diyesim bile olmadığından yürümeye devam ederim. Mümkün değilken benim hızıma yetişmen sen ışıklarda çoktan bekliyor olursun. Bazı zamanlar diyorum ki durmayayım geçeyim karşıya ki bitsin bu ; bir korna sesi haklı küfredince - ki genelde haksız küfrederler- bu yaşıma kadar öğrendiğim toplum kuralları durduruyor beni. Yere bakıyorum göz göze gelmeyeyim diye. Ama içim geçiyor sanki önümden arabalar değil. Kaldırıyorum kafamı. Selam versem sana, deli derler! Vermesem kendime delirme derim. Her biçimde deliye düşüyor zihnim. Ben mi desem beriki mi bilmiyorum. "Ben deli değilim" diyesim geliyor...Hiç dediniz mi kendinize "Ben deli değilim" diye? Kaçınız inandı? Akabinde ohh be 'ye düştünüz mü? Yoksa bu sorgu daha da ileri mi götürdü sizi?  Akıllının akıllı dediği ,delinin deli dediğidir, lafı vuruyor yüzüme....Hala yeşil yanmadı. Ve sen şehir planlamaya inat duruyorsun karşımda. İnadın bir bana değil diye avutuyorum kendimi...
Biliyorum bir bana.

Beraber yaşlanmaktan kastım bu değil idi. Benim bariz bir şekilde seni görme halim bizi beraber kılmıyor. Hayatı paylaşmaktan kastım yalnızlığımda kendi kendimle konuşmak olsun istemedim. Bu evvel ki hayatıma da ayıp etmişim hissiyatı veriyor bana. En azından kendimle konuşuyordum o sıralar ve kendim kendimin bir yerde olduğuna şaşırmıyordum haliyle. Ama bu diğer ruh hali manasız. Mana! Hep aradığımız... Amma velakin onu ararken bir başkasına tosladığımız , toslayınca da kafa da yıldızlar, karşında gördüğün filan derken aradığımızı unuttuğumuz şey ; mana. 
Mesela öyle coğrafyalara gittim ama göremedim ben o manayı. Dedim ki gitmek ile kaçmak arasında fark var ben durayım. Bir süre durdum ,yine göremedim ben o manayı. Seni gördüm. Beni gördüm. Bilinaçltım manayı aramaya devam etti anlaşılan, Bazı geceler rüya görürken manayı gördüm sandım. Koştum tam yakalayacam  tutacam omzundan çevirecem yüzünü "Bana bak! "diyecem. Tam uzanıyorum. Yakaladım yakalayacam; sıçrayarak uyanıyorum. Seni de uykundan ediyorum. Sen bana kabus mu gördün diyorsun bilmiyorsun ki mana var ki insan hayatında kabus yanında pazar akşamı sineması kalır...

Bakıyorum güne. Aydınlansın diye bir an önce. O zaman uyanıklığım göze batmaz kaybolurum diğer döngüye hizmet edenlerin arasında. Günaydın diyor biri ; sanki aydınlığın saatlerle alakası varmış gibi. Bakıyorum sağa sola, ağaca gidiyorum , ağaçların arasından gökyüzüne bakıyorum tek gözümü kapatarak. O zaman binaları görmüyorum etrafında. Tek gözümü kapatamadığım o kadar gerçek var ki hayatta...

Anlıyorum ki bakacak daha güzel bir şeyim yok. Hatırına serilip uyumak telaşım var. Kaçar gibi yürüyüşler yordu beni. Ellerinle yıkamak istiyorum yüzümü. Sabahın haberini sana vermek , seni görmek için gözümü kapatmamak, beni sevişinde kendimi sevmek istiyormuşum meğer. 

11 Kasım 2017 Cumartesi

Esinti

Senin hikayeni yazmak istedim. Tasvirler geldi aklıma. Güzel kelimelerim vardı, okurken mutlu olurduk. 
Belki gülümserdin. 

İstedim.

Dokunduklarını , sustuklarını yazayım istedim. Baktım ki istemek yetmez olmuş. Baktım ki  benim güzel kelimelerim yazılınca kayboldu kağıtta, zihnimde durduğu gibi durmadı. Tasvirlerim labirent gibi geldi bana, hikayemi kolaylamadı. Çıkamadım işin içinden...

Durdum.

Bir süre kendime baktım. Ellerime baktım. Yüzümü hatırlamaya çalıştım. Ellerim zamanda asılı kalmış gibiydi. Her şey altından kayan bir çift gölge. 

Ben de seni anmak istedim. Sadece anmak. Kağıtta iz bırakmadan. Kanmadan mürekkep oyununa, demeden hiçbir şey sessizce seni yaşamak istedim. 

Önümde silüetin, susmak istedim.

Güzeli sana yapıştırmak değil, sende ki güzeli bulmak istedim. O sıra seni anlatmak değil görmek istedim. 

Dil düştü gözümden , pek bir hayrını görmedim,
Kalp vurdu derinden de zamanın yelkovanını kırsın istemedim.

25 Ekim 2017 Çarşamba

Ne bekliyordun?

Ne bekliyordun ? 

Bilmediğin bir şeyin olmasını mı? İnsan tahayyül edemediği bir şeyi nasıl bekler?  

İnan bana ben de hayatımda ne olduğunu, nasıl olduğunu/olacağını bilmediğim 324223783287348 olay bekliyorum. İsimleri yok. Tanımları yok, tavırları yok ama bekliyorum. Bekleyelim de görelim sevimsizliğini giyiyorum. İnsanlar ne giysem yakıştığını söylüyor. Herkesle benzeşen bu benzeme kıyafetini giydiğimde daha çok hoşlarına gidiyorum. Sıralı,gönüllü bekleyen insanlar oluyoruz. 

Ne beklediğimi bilmeden o "güvenli " alanda banliyo evler gibi yaşayacağız. Korkacak bir şey dahi yok. Kimse korkusundan ne beklediğini sorgulamaz. İnsanlar korkuyor diye benim korkmama da gerek kalmayacak. Onlar benim yerime de korkar. Oh mis! Alan razı satan razı. Yaşama hakkını korkuya  satan razı, pasifliği alıp üzerine giyinen razı...

Beklemek eski zamanlarda bilginin ya da sevginin getirisi iken şimdilerde bilinmezlikle bütünleşmiş. Her zaman bilmediğini bekliyor insan, onun için yaşıyor, ona sığınıyor, onu resmediyor, ona inanıyor ,günah türetip onu benim boynuma geçir diyor,hem kendi çalıyor hem kendi oynuyor bilmediği ihtimallerle... 

Bunca kaynağını da,gelişimini de bilmediğin niyetler neden? 

Hayal gücünün baloncuklarını, resimlerini duvarına asmadığın emekler neden? 

Kendi gücün , hayalinle neden papaz? Kim düşürdü birbirlerine onları?

Korkuyla , bilinmezlikle anlaşan hayalin, kendi gücüyle ortak bir payda buluşamayaşının nedeni ne ?

Kim simule etti hazlarını? 

Halıların köşelerini yol yapan , dümdüz oklava ile türlü oyunlar türeten, tencere kapağıyla dünyayı gezen çocuk , şimdi ayakkabısını bağlayamıyor. Ekranında gördüğü beyaza leke düşmesin diye sokak tanımıyor. Parayı kazanmaya kazanıyor ama alışveriş yapamıyor. Senetler imzalıyor, taahhütler veriyor yıllarca sürme umudundaki gestapo maaşlara. Kendini bloke ederken, girdabın durağanlığından başı dönüyor. O kafada bilmiyor ne beklediğini. 

Dile gelmiyor içi. Karnında kalıyor tanımadığı ama onunla olan istekler. Bazı zamanlar ağrı kesici alıyor, biraz da çikolata onun narkozu oluyor. Yanakları başka kıtadaki çocukların mutluluk resmiyle doluyor. Biraz al, biraz pembe.  Etraf yenmiş muz kabukları ile dolu ve düşen de hep sen oluyorken vücudundaki morluklar bile uyandıramıyor niyetlerini.

Can çıksa da huy çıkmıyor ama kim ne zaman soktu kimse bilmiyor. 

Koşana deli, oynayana çılgın, sevmeyene bilgin , uyuyana olgun demiş biri  kimse de uyandırmıyor.

9 Ekim 2017 Pazartesi

Seyahat.

Arındım bugün. Zihnim, ruhum...Bütün buralara rağmen kendimle kaldım bugün. Başkalarına hiç gitmedim, başkalarının dertleriyle hiç mi hiç yorulmadım, kendimdeydim..Sakin dingin, ruhum uzak bir  ağaç gölgesinin ezgisine gitti. Bir nefese  değdi vurmalı, çağırışında yükseldim yeşilin dağlarına, oturduğum yerden ağaçlar büyüttüm dünyamı birkaç zaman daha yaşatmak adına.

Hiç kimseye bir şey söylemedim keyfim hakkında. Sordularsa da duymadım. Ağaçlarım eğildi doğayla bütünleştiler.Hiç bir teknoloji benim gülümsememi kıramadı. İnsanlar yoktu gittiğim yerde, telaşlı konuşmaları yoktu. En modern şey bisikletti.Onu da çağın ötesinden biri bırakmış olsa gerek. Bir bisiklette bulmuştum bu çağın telefonundaki hızını, rüzgarı hissediyordum. Evvelde rüzgarlar arasında egzozlar yalıyordu yüzümü. Şimdi pamuklarda rüzgarlar, rüzgarlarda yüzüm,yüzümde gökyüzü. 

Ellerimin arasında aldığım, ninemin yüzüydü ağaçların çizgilerinde. Öyle ki hiç bir şey sormadım ona. Sonra kulağımı koydum gövdesine. Konuşmadı da sanki şarıl şarıl anlattı bana doğalı.
Ayakkabılarımı çıkarmadım, zaten hiç yoktular. Tabanımdaki çizgileri tanıyordu toprak. Gözümü bağlasalar derinden bulurum yolumu. Öyle tanıdı bastığı yerleri ayaklarım. Öyle duydu kulaklarım nasihatı , tarihi, dünyayı...

Kalbim gündeliğe düşmemişti, ömürlük idi şimdiki gülümsemeleri. Astral mıdır nedir bilemem bu seyahatin adı , ışık dediğin de hızlıdır bilirim, ama gel gör ki sobe! 

2 Ekim 2017 Pazartesi

Çok

Bir şeyleri çok yapmam lazım uyuyabilmem için, yalnızlığımda.  Çok yorulmam lazım, çok uyumamış olmam lazım ki ; bu çokluğu dengeleyebileyim. Bir şeyin bu kadar çok olması , insanı bu denli az yerlerde ayyuka çıkartıyor. Sanki herkes bir anda yere çökmüş gibi, seninle benim dışımda. Sanki rüzgar bir bizim yüzümüze çarpıyor. Bir bize geliyor dalga sesleri. Bu kadar çokken doğa, bu kadar çokken sen , şimdi ben bu şehir fakirliğinde nasıl bulayım yolumu usulca...

 Nasıl yaşayayım bu lüksü ? Musluktan akan suyla yüzümü nasıl yıkayayım şelaleden gelmişken. Ya betonların içine nasıl sığacam şimdi. O kadar gelişi güzel, ağaçların arasında budaklanmışken . Hem kaldı ki gök bana ahbap, kaldı ki ben asmışım halamın yıldızlarını göklere! 
Yıldızları asarken oralardan bir taşa çarpmış kolum, aşağılardan biri yıldız kaydı demiş yanındakine. Dilek de  tutmuşlar ne bilsinler oralar dileklik yerler değil!  Peki ya ben nasıl diyeyim onların hayal gücüne ; "Biz yıldız asarken kolumuz çarptı da siz öyle sandınız " diye. 
Hadi ben sığayım da onların tabiri ile yer ile göğün arasına, bu kafes bu kalbe ne ola...Rahatı kaçmış gibi vuruyor parmaklıklara. Ben nasıl dur diyeyim ona davasında haklıyken , yok yere kapatılmışken , ellerini yumruk yapmış her vuruşunda daha bir sevdaya düşerken, nasıl diyeyim senin özgürlüğünü benim fakir zihnim almış diye. Vuruyor kalbim. Haklı! O haklı da ben bu kadar haksızlıkla yoğrulmuşken insanlar nasıl hakkını vereyim senin. Yağmalamazlar mı? Bu kadar sarılmışken onlar borsalara, bizin minik tekneyi batırmak istemezler mi? 

Peki halüsinasyonlar neden bu denli fazla?  Gözümün önüne gelmenden değil, gelmediğin aralıklarda ki eşya, şehir,yüz halüsinaysonlarından bahsediyorum. Nasıl sığıyorlar anlamıyorum. Ayıp değil mi yaptıkları!  Ben gözümü kapatmadan körü körüne gidip anlatsam bütün buraların gerçek olmadığını , göz yanılması olduğu, aslolanı görmeyi engellediğini  , bana deli demezler mi? Varlık bozdu bunu demezler mi? Bu kadar çokken sen, ben nasıl normal seyredeyim bu yaşamı?

Gezegenlerin dengi iken nasıl yer çekimine mecburmuş gibi davranayım. Görmezler mi benim adımlarımın ; zamanlarından yavaş ,kavgalarından yumuşak olduğunu. Ben havada yüzerken insanların ayakları nasıl bağlamış kunduralarla koşmaktan. Ben nasıl anlatayım yerlere basmanın çok güzel olduğunu?

Örnekleri bile çokken tasvirleri beni doyurmaz iken ben nasıl bu duyguyu "az" yaşayayım...


11 Eylül 2017 Pazartesi

Muhtaç

Ben öleyim, ben iyi kalayım
Ben kötüye düşersem inme iner
Ele muhtaç olurum.

Ben gideyim, ben yol kalayım

Ben arsa olursam üstüme hak biner
Hukuka muhtaç olurum. 

Ben yanayım, ben bilgi kalayım
Ben küle dönüşürsem toza ziyan olur
İse muhtaç olurum

Ben bekleyeyim , ben dervişe sual edeyim

Ben koşarsam kalbe kriz düşer
Umuda muhtaç olurum

Ben göreyim, ben seyyah olayım
Görmezden gelirsem , bir daha göremez olur gözlerim
Sese muhtaç olurum

Ben yaşayayım, ben insan kalayım
Ben vahşete düşersem ciğerim ateşe düşer
Sele muhtaç olurum

Ben güleyim ,ben canan olayım
Benim suratım düştü mü veba sarar etrafımı
Hurafeye muhtac olurum 

Ben okuyayım , ben sohbet olayım
Yoksa haber olur yaşananlar
Mecmuaya muhtaç olurum 

Ben uyuyayım , ben dingin kalayım
Sonra ummadık bir yere sızar kalır bedenim
Hayale  muhtaç olurum

Ben yeşillerin arasında kaybolayım, ağaç olayım
Nefes almazsam renklerim solar
Betonlara muhtaç olurum

Ben seveyim, ben candan kalayım
Ben zaafa düşersem kalbe dert biner
Telaşa muhtaç olurum 

Ben merak olayım, deney olayım
Ben denemezsem sorularda boğulur
İmtihana muhtaç olurum

Ben sevgili olayım ben yar olayım ,
Düşman olursam ben yaşayamam dünyayı hakkınca 
İntihara muhtaç olurum 

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Temenni

Acaba insan evladı olarak ne zaman seçtiklerimiz öze varacak. Ne zaman bütün yaşadıklarımızı kendimiz için, seçimlerimizi canımız istediğinden yapacağız? Öyle bir düşünsel devir gelir mi başımıza? Velhasıl bir gök taşı çarpmadan dünyaya ya da bir doğa afeti olmadan ,insanlarda ki şuur bir anda önlemez aydınlığa doğru yol almaya başlar mı ? Bir düşünsek ya salt insanın kendi olduğu gibi, o an semptomları ne ise ona göre davrandığını. Bir anda evde otururken çantasını alıp canı çalışmak istediği için işe gittiğini veyahut markete gitmişken çat diye seyahate çıktığını. Birini görüp doğruca ona gittiğini. Kimseyle alakalı egoları, faşizanlıkları olmadığı için kimseyle kavga etmediğini. Savaş çıkamadığını düşün, topluca öfkelenemediklerini insanların . Örgütleşmenin insanların aklından geçmediğini, dünyanın tahayyülünde bunun olmadığını. Yani doğaya saygı duymak için aktif bir kalabalık ile çaba sarfetmeden duyduğunu düşün. Bununla ilgili milyonlarca ihtimalin bulunduğu liste yaparız bu köle halimiz ile.

O zaman insanlar kemik boyuna etin gramına göre sevmez birbirlerini mesela. Sözüne bakmaz , gözüne bakar karşısındakinin. Elinden tuttuğunda enerjiler akar birbirlerine. Et barajına düşmez kalp atışları. O zamanlar sevmek bir mezbahavari alış verişten çıkar ; ekin olur, toprak olur, deniz olur, bir bakarsın ummadığın doyumlar yaşarsın. Uyanmana istek, yatmaya hevesin olur. Geçim sıkıntın diye bir şey de kalmaz.  Geçim bir sıkıntı değil bir sirkülasyon olur. Sevmek domino taşları gibi birbiri sıra devirir huzursuzlukları. Ortaya saçılır hazlar yan yatmış "amaaan" dercesine.Öyle ki benim örneklerim buralara vesile olmaz. İhtimaller değil yaşananlar olur adıyla sanıyla!

İnsanı öldüren virüslerde pek türeyemez. Hastalıklar, vebalar diye kelimeler olmaz lugatımızda .Sağlığı kimyasalda aramayız o halde, toprak ,doğa verir bize istisnai sağlıksızlık durumlarında  . "Yeni bir telefon çıkmış"bizim teknoloji tanımımız olmaz. Teknolojiyi satın almasız yaşam üzerine kurarız , ön kamerası da var cümleleri yerine.

Bilim alıp başını gider bizler de içinde kırlarda koşan çocuklar oluruz. Bugünün adamı değil çağlar sonrasını tahayyül etmek ile geçer zamanlarımız. Geçmişi tanır, evveliyatı salt gerçeklikle sorgular sadece canlı varlığına odaklanırız. Tarihin sunulan değil, bilinen olduğu bir devir yaşarız.İnsan dışındakileri araç olarak görmeyiz belki o zaman. Onlarla bir başka ilişkimiz olur. Mesela benim panda dostum olur, o bir fil ile tatile çıkar. Biri çiçekle buluşmaya gider. Biri ağaca sarılmak ister.

İnsan yetilerini tam donanımıyla kullandı mı, benim bu yazdıklarım laf-ı güzaf olur. Zaten ben de yazmam. O sıralar yaşar olurum...


28 Temmuz 2017 Cuma

Mı ?

Yorulan ben miyim , tanımadığım biri mi ?
Sevincim nerede, doğduğum evde mi ?
Ev dediğin dört duvar mı , dört sevgi mi?
Sevgisizlikten hastalandık, çaresi vitaminler mi?
Kuruyan yapraklar mı ,yoksa kalbin mi?
Durduğun mu kabahat ,gittiğim mi ?
Eriyen buzullar mı , insanlık mı ?
Merhamet toprakta diye  insan altında mı?
Ağacın dalını kesen kendi dostuna kıymadı mı?
Dereler kurudu da eş dost çağladı mı?
Sevenin kuraklığı belgesele fotoğraf mı?
Bulutların üstüne çıkmak mı hayal , orada telefona bakmak mı?
Fotoğrafı çeken ben miyim yoksa makinalar mı ?
Dert keder mi yoksa ahbaplık mı?
Meşk ederdi eskiden, şimdi paspallık mı?
İyi niyet erdem mi ,yoksa şapşallık mı?
Bu şapsal ben miyim yoksa bürokrat mı ?
Halk mı yaşamı sürdüren yoksa maaşlar mı ?
Para mı elin kiri, yoksa masturbasyonlar mı?
Korktuğum kalbin durması mı , atması mı?
Yaşamak güzel derken tek yaptığın uyumak mı?
Dilekler gökyüzünde mi yastık altında mı?
Sevgini verirsen sağa sola sende de kalır mı?
Hatırın sadece senin yalnızlığına mı?
Satırlar altını çizerken mi güzel ,yoksa anladığında mı?
Rivayet sana esinti mi, yoksa yoldaş mı?
Kapının anahtarı cebindeyken  aradın mı?
Yorgunluğun koşmaktan mı oturmaktan mı?
Sızlanmaların sağlıksızlık mı yoksa propaganda mı?
Aşkın küçük bir kağıt mı yoksa tabela mı ?
Bir marka mıydı merak ettiğin , işporta mı?
Saçın telleri uçuşurken gözlerin kapadın mı?
Eylemlerin  kara kalem mi yoksa kalabalık mı?
Yüzündeki çizgiler sana kalan mı yoksa karavanaların mı?
Yaşın yaşadığın mı, yoksa geçmiş zaman mı?
Sen Nuh'a mı gönül verdin hayvanlarına mı?

23 Temmuz 2017 Pazar

İstek

Bazı zamanlar boş boş uzaklara bakasım gelir. Ama öylesine,boş... Hiç bir mevzuyu hiç bir kimseyi düşünmeden ; hoş gerçi düşünemiyorum da zaten. Bir şeyi düşünebilecek kadar bilgiye hakim hissetmiyorum kendimi ya da  birini düşünebilecek kadar tutkulu.  Halimin yalınlığında durmak istiyorum ne bir eksik ne bir fazla. Bu bir " hayat beni hissizleştirdi " veyahut " umudum kalmadı " tavrı değil. Sadece olağanca halimle durmak istiyorum. 
Geleceğe dair hayal kurmak istemiyorum mesela, Geleceği geldiği o an yaşamak istiyorum. Türlü türlü hayaller kurup ,olanı kendi tahminimce ziyan etmek istemiyorum. Zamanın ihtimalleri benim fakir zihnimden çok daha fazla iken , ben benim insan fakirliğimde  şimdinin, bana kalanın keyfini sürmek istiyorum. Bu zaman fakiri halimizde  ise benim içimde ki anlık insan zenginliğini  yasamak istiyorum. Hiç bir şey düşünmeyerek...
 Benim olanı yaşamak istiyorum. Ve benim olanı durarak yaşamak istiyorum. Durmak. İnsanların koşar adım gittiği, yemek tüketmekle doymanın , para tüketmek ile zenginliğin , insan tüketmekle yaşamanın farkını anlayamadığı yerde  durup bütün bunları düşünmemek istiyorum. Örtülmüş koltukların kadifesine varmak istiyorum.
 Olmuş olan güzellikleri  de düşünmek istemiyorum. Zaten olmuş gitmiş. Epi topu yastık altı mutluluklar , öldükten sonra eşe dosta anlık miraslar bırakmak gibi . Kulağa hoş gelse de, ben başkaları seneler sonra gülümsesin diye o ağırlıkla uyuyamam. Başım havada kalır ,yorgun olurum. Hep bir hayali arkadaşla yola devam etmek gibi anılarla devam etmek. Her anı'ya bir an vererek bu an'ı da anı haline getirip anılarla dolu zamansız biri olmak istemiyorum ben. Bir sohbet konusu benim yaşamsal hazlarıma ket vuramaz.
 Bu yüzden ne geleceği ne de geçmişi düşünmek istemiyorum. Ben düşüncesiz boşlukta zamana düşmek istiyorum. Bir çelmeye takılıp yüz üstü kapaklanmaya giderken ki saniyelik reaksiyonlara dahil olmak istiyorum. Sonraki ağlamalarla veyahut öncesindeki  tedbirleri sevmiyorum . Ben en düşüncesiz anımda ki insan derinliğimi merak ediyorum. Koşullanmış iyilikleri , pazarlamacı sevgileri değil, en umarsız oluşlarda ki insanımı merak ediyorum. 
Bu sebeptendir ki ; bazı zamanlar öyle boş boş uzaklara bakasım gelir. Boşlukta kaybolasım. Bu kadar laf ola kendini bulmuşluğun arasında kaybolanı aramayasım gelir. 

26 Haziran 2017 Pazartesi

Yalan.

Yalan söyleyecek kadar vaktim yok benim bu hayatta. Başka uğraşların girdabında heba edemem yaşama lüksümü. Yürüyecek yolum, bölecek ekmeğim varken , derdi yoldaş edemem kendime.Zaten o doymaz benim ekmeğimle, ben anca kendime yeterim ; ola ki kendim taştı birine , başım gözüm üzerine taştığım. Ben fikrime giderim, fikrim beni yanıltırsa alırım yine de koynuma. Uyuruz biraz. Dinlenir telaşımız. 
Ben seni değiştirmeye çalışamam. Bunu isteme benden. Bırak çalışmayı böyle bir şeyi hiç düşünmedim bile , keza yoldayken tabelalarda gördüm böyle şeyleri. İnsanlığını unutanlarımızın aklına karpuz kabuğu misaliydi bu oyunlar.Senin uğraşın kendine...Hepsini geçtim ; sarıldığımı neden değiştireyim, zaten onca şeyden sıyrılıp sarılmışım. İnsan sarıldığı , sığındığı şeyi niye değiştirsin?  Benim ruhum kiremitleri, betonları sevse ,sana niye sarılsın ki? Kiremit değil bu kalp. Kalp değişir mi? Doğduğun değil mi sendeki ? Markasız, şehirsiz, karsız , safi atma telaşında olan.

Sarıldığımla kavga edemem ben. Hem sarılacak hem kavga edecek gücüm yok benim. Benim gücüm aşka baki, yolum gücüm sevgiden geçer benim. Gün gelir kavga etmem gerekirse daha kendini bulamamışlarla  kavgadan da kaçmam. Ama onlara göstermek için değil. Kendimde kalmak için. Sonra ya gün gelir sarılamaz isem ,başka uğraşlara güç harcayıp  ; o zaman kavga etmekten daha çok yorulurum. 

Ben olanı olmamış gibi yaşayamam.O kadar aklım da yok. Benim aklım olanı anlamak , bilmek için var. Elimde avucumda olan beni bilirim. İnsanı bilirim ; çağlarca olan değişimini, yer yüzüne çıkan tepeleri, canlıları, kanyonları, doğanın sunduklarını, bilimi, inançları, varoluşta ki yerimi bilirim. Ama senden bilemem, senden bakamam bir şeye. Ben bakarım diyen yalan söyler ; benim de yalan söyleyecek kadar vaktim yok...

19 Haziran 2017 Pazartesi

Hayal Birliği

Hayal birliği yapıyorsun hayatındaki insanla. Hayatı paylaşmak değil, hayali paylaşmak lazım. Hayatı yedi cihanla paylaşıyorsun zaten hali hazırda. Yeni çağ sana bunu getiriyor oluk oluk. Yalnızlığını bile çok rakamlı alanlarda yaşıyorsun. Yalnızlık halbuki birinin haberi olduğu anda varlığı yitiren bir şey iken ,insanlar dolu dolu yalnız. Her kavramı birbiriyle karıştırır olmuşuz. Yüz kişi bir şeyi söyleyince bizim sayar, kabul eder olmuşuz. Bedensel olarak  modern ırgatlara dönmüşüz. Bildiğin magazinleri , ilk akla gelenleri , resimleri üzerimize giymişiz. Herkesle herkes gibi ilişki kuruyor bir çoğumuz. Farkımızdan, kusurumuzdan korkar halde. İyi anlaşan, süt liman, hep çekici olmak zorunda olan bir canlı sürüsüymüşüz gibi bir halimiz var. 
Ama ya içimiz? Bizde ki asıl sürdürelebilirliği sağlayan enerjimiz? Ya hayalimiz, hayalimize bulduğumuz yoldaşımız? Ya sevgilimiz? Sevgili eskinin fırtınası iken , şimdilerin gölleri haline gelmiş. Ne bir bilinmezliği , ne fırtınası, ne köpürmesi, ne dinginleşmesi kalmış. Safi minik minik homurdanmalar. Ruhu olmadığını bile kendine söyleyemez ilişikler...Yoksa beraber aktivite yapmak devede kulak ! Ohh mis gibi, gider giyiniriz herkesin giyindiklerini, düşeriz rutine. Dışarıdan sessiz sakin görünürüz, hatta düzenli olarak devam edersek ev bile kurma zamanı geldiğini hisseder evlik oluruz. ( Evladiyelik olmak yerine) Sen güzel güzel renkli havlular seçersin, Ben evin sağı soluyla uğraşırım ( Kendim zaten tastamam bir insanoğlu olduğum için , evi de adam ederim.)  Hafta sonları eşi dostu çağırırız evimize,( çok iyi insanlar olduğumuzdan sevenimiz hiç eksik olmaz ) Kahvaltılar , o minnak minnak porselen yığınlarının işlevsizliğinde şirinler gibi mavi olana dek şekerli şeyler tüketiriz. Beraber alış veriş yapmalara gideriz. Hatta paketlenmiş şeyleri sevmediğimizden kendimiz alır el yordamıyla hazır ederiz her şeyi (Bilinçli insanlarız biz ) Sen  harika kumaşlar içinde gelirsin karşıma, ben seni daha çok arzularım, kendine güvenen erkek imajımla seni daha da kendime bağlarım. Olur bunlar, biliriz bunları. Ha bir de bunların hepsini o kadar şey yaşadıktan sonra karar verdiğimiz seçimlermiş gibi yaşarız. O durumda ölene kadar kendimizi masturbe edecek kültürü de edinmiş oluruz.

Peki ya benim düzensizliğimi paylaşacak biri olsa? bırak pay etmeyi benim düzensizliğim ile kendi düzensizliğini yaşasa. Olanları, sıra gelenleri değil de ,olmayacak işleri başıma açacak olmayanları olduracak bir yoldaşa ihtiyacım varsa. Aklın sürprizlerini paylaşacak , farkı el yapımında aramayacak biri?

Biz ideaları paylaşsak.Bir evin değil de , dünyanın evlerinden birine, diyarına düşmek arzumuz olsa, görünmeyen şelalelerin üstünden atlasak, bilmediğimiz bir ormana dalsak, geçim sıkıntısı vs değil de orada aç kalmaktan korkup el yordamıyla bir şeyler türetmeye çalışsak. Ütopyalarımız olsa onlarla boğuşsak. Ayakkabı telaşı yerine toprağa basma telaşımız olsa, tabanlarımız ile toprağa döksek derdimizi, konuşsak uzun uzun...O alsa meramımı, dağa ,tepeye, ağaca iletse. Doğa'nın ahbapları dost olsa bize, söz olsa dile,meşk olsa aşka. Ara sıra birbirimizden öte ağaca sarılsak. Onu dinlesek. Ahbaplık bu ya, rabbena  hep bana olmaz. 

Birazda insan halimizle ,ağaca yol olsak. Kalbimizle beslesek o ağacı, dalından bir çiğ düşürse bize susuzluğumuzu alsa. Zihnin derinliğine inip ağacın meyvelerinden yararlansak. Hangi yeşil neye deva gelir ona bakınsak, üstümüzdeki tuğlaları bir bir hiç edip nefes aldırsak tenimize, yaralar bağlamış yerlerimizi rüzgarla iyileşse. Elimiz birbirimize nüfus etse slikonsuz, kumaşsız. Sen , ben bir de ağaç hissetsek birbirimizi, elmayı da yesek her şeye rağmen...

22 Mart 2017 Çarşamba

Heyecan.

Ben son heyecanlandığımda içimde koca  bir şehir sendeledi. Kalbi ağrıdı birkaç kişinin. Sevgilerin kıymeti arşa erdi. Öfkelerin vasatlığı ayyuka çıktı. İnsanlar oradan oraya da koşmadı , durdu öylesine. Oldukları yerde. Sadeleştiler benim son heyecanımda. Kıyafetlerini çıkardılar, markasızlardı. Kaliteli ya da kalitesizi yoktu, gözleri vardı. 

Kalite ne idi ki? Kalite başkasının başka bir şey hakkında yargısından başka bir şey değildi  ;bir kaç yıkamada deforme olan.Telaşları yoktu benim heyecanlandığım zamanların. Çoşkuları vardı içlerinde çağıl çağıl kahkahalarla... Karnı ağrırdı insanların ama söylemediklerinden değil güldüklerinden. 

Son heyecanlandığımda burnum kırılmıştı. Korumadım burnumu. Sadece onu değil vücudumun hiç bir yerini korumazdım. Karşımdaki ne kadar heyecansız ise bakmadan kırdı burnumu. İstirahat verdi doktor. Heyecanın fazla dedi. Oturdum bir süre... Arkadaşlarımla ne kadar mutlu olduğumu o zaman anladım! Her güldüğümde , şelaleye her atladığımda acıyor canım, o kadar çok gülüyordum ki ; hem ağlıyor , hem gülüyordum burnumun acısından... İyileşince burnum, acıyı unutunca insan güldüğünü de yitiriyor zaman içerisinde... 

Ben son heyecanlandığımda meşk etmenin hatırı vardı. Mühimdi güzel bir yemek yemek. Sazların sözlerin merasimi pencereden baktırır, konu komşu birleştirirdi. Örütbağından değil gönül bağından geçerdi geceler. Ara gelsinler değil ara ki bulasınlar hazzı da iyiydi. Yorardı ama heyecan bu ; ne kadar çok vurdurursan kalbi o kadar az ekleme ile çalışırdı. Sıkıştığında iten , bir el atan olurdu. Şimdiler de arıyorsun, gelip servise götürüyorlar, eline de oyalan diye bir şeyler veriyorlar...Sen de kendini mühim zannediyorsun...


Ben son heyecanlığımda keçi boynuzu ağacının kokusunda pencereye bakıyordum, bir ışığın titremesinde hayale düşüyordum... Bir gemiye yol olup, bir kayaya dost oluyordum. Sokaklar vardı karış karış, hangisinde ne var bilirdim. Binaların arasında ki boşlukları, hangi bahçenin köpekli olduğunu, hangi bahçenin "Dikkat Köpek Var" tabelasına düştüğünü...
Yeni dünya ağacının tozlanan bir dalında bıraktım galiba heyecanımı, ekşi ama meraklı suratımı büyüttüm.Ne ara bilmem. Tozu yapıştı ağacın yüzüme, sakal oldu bana. Ben ağacın dalında adam oluverdim. O yüzden betonda büyüklük yapmak bana çok vasat geliyor. Ben beyaz pantolonlarımı hep yeşile sürttüm. Bazen annemin bilmediği lekeler olurdu pantolonumda , söylenmezdi oturur düşünürdük neden bu kavgalar diye...İnsanlar tatlı ya bağlardı kavgalarını biz sofraya.

Ben son heyecanlandığımda kalbi atardı insanların. Her mahallenin bir delisi vardı. Mahalle vardı ben son heyecanlandığımda...
Şimdileri bahsetmek istemiyorum. İçi geçmiş posasız dertlerden, kıçını görüp yara zanneden kedilerden, gönülsüz vermelerden ya da kendini anlamadan daha 'insanları anlamalardan' , başkalaştığımız için kaybettiğim heyecanlarımızdan ne kadar özür dilesek az! O da kabul etmez ''Buna harcayacağanız zamanı koşarak harcasaydınız '' der. 
Sever beni heyecanım ; ben her ne kadar onu deniz kenarında bıraksam da...

18 Ocak 2017 Çarşamba

Rüya.

Rüyamda sevgi gördüm...
Ve izini kaybetmiyeyim diye
Uyudum saatlerce. 

Şehir beni uyandırsa da
Alsa da sevgiden
Karartıp gözümü ,
Etrafında çizgilerin belirsizliğine aldırmadan
Sımsıkı kapattım. 
Karanlıkta bulurum dedim,
Aydınlığın benden almak istediğini. 

Bir çocuk nasıl koşarsa salıncağa
Öyle koşayım istedim,
Eğlesin beni. 
Salıncakta en uzağa atlamak,
çocukluğun sevdasıdır ki ;
Atlamak bile istemedim. 
Kafamı yatırıp geriye göğe baka baka,
Ayaklarımı değmesin diye yere ,
Bir ileri bir geri 
Rüyamda sevgi gördüm.