Az önce annem ve babamla konuştum. Sesleri öyle keyifli
geliyordu ki. Bugün öğlen yürüyüşe çıkmışlar, kendi tanıdıklarının, benim, abimin
ve ablamın arkadaşlarına uğramışlar. Sohbet etmişler. Keyifleri o kadar yerinde
ki! Sesleri ışıldıyordu, teknoloji hak getire. Evde yemek yaparken ben
akıllarına gelmişim, onlar tam benden
bahsederken ben aramışım. Annem belli
belirsiz yaptığı yemeğin canımın çekip çekmemesi tedirginliğinde isminin
yarısını mırıldanıyor. Babam arkadan bu duruma gülüyor. Oradan yeğenlerimden
biri ses ediyor. Muhtemelen babam ona bir bakış atıyor ve ufaklığın sesi
kesiliyor. Annem o sırada paralel evrende! Hiçbir çocuk sesi annemin önüne
geçemiyor. Ki yıllardır bilirim hiçbir yaş döneminden kimsenin sesi annemin
önüne geçemiyor. İlla söyleyeceğini söylüyor :)
Babam uzun uzun gülümsüyor, gülümseme arasında hayattan bir
kırışık alacağı kalıyor. Denize döküyor sonrasını.
Annem çok sevdiğimiz birisinin ölümden döndüğünü anlatıyor. İşin
aslı ben de çok korkmuştum. Ailemi ailesi gibi seven biriydi Reşit abi. Çok
güçlü bir adamdı! Küçüklüğümüz de kavga etsek dayak yediğimiz de çağaracağımız
abi vardır ya, o misaldi kuvveti . Meğerse gücünün kaynağı bileği değil
yüreğiymiş ki, Çukurova bölgesinde ki bir çok doktorun öldü diye bıraktığı
adam tekrar hiç bir şey olmamış gibi ayağa kalkabiliyor. Ve bir çok insan
geçirdiği hastalıktan bahsederken hala, annem ( babamı kastederek) “ Bak Süleyman
amca’n da sen de kilo verdiniz fit
oldunuz ne mutlu size “ diyor bütün yapıcı bakışıyla. Reşit abi gülüyor, babam
gülüyor… İnsanların vahlarında bir tane çalıp, yerine gülümseme bırakıyor annem.
Babam durur durur nokta atışla maçı bitirir yıllardır! Gülümsetir.
Hele annem ile babamın atışmaları vardır ki, esasen aşık atışması budur bence.
Kızmaları da sevmeleri de aynı yerdendir.
Annem bizimle konuşurken genelde telefonu bırakmaz babama.
Babam kendine telefon aldı. Fakat ben o firmanın yerinde olsam babamın reklam
kampanyası olarak tanıtımını yaparım. “Dünyanın en uzun sarj süresi bizde”
diye. Telefonu aldığında bekleme süresi diye ütopik bir rakam vardır ya hani
bilmem kaç saat. İşte o rakamlar babamın telefonunda su götürmez bir gerçek .
Hatta bazen telefonum çalar , ekranda
BABAM yazınca hala duraklarım. Telefondaki konuşma süresi on dakika ise
tahmin edersiniz ki annemle dokuz, babamla bir dakika konuşurum. Çünkü annem
telefonu babama verirken ki 2 saniyede 7 dakikalık konuşmayı hemen aktarıyor.
Sonra telefonu alınca babam veda makamına geçiyoruz :) Babam daha çok masa adamıdır. Karşısında
olacaksın! Bak zaman nasıl geçiyor anlıyor musun .
Ki bu neşesinden çok yara almış fakat iyi şarmış aile, madden
ve manen çok ciddi badireler atlattı. Hayatlarının eleği asma döneminde iken,
ummadıkları insanlardan hayatlarını hatta çocuklarının , torunlarını
hayatlarını etkileyecek bir çok şey geldi başlarına. Ama hakikaten yılmadılar. Mesele kaybedilen
parayı kazanmak olmadı hiç. Yılmadıklarını konu ailenin huzuru , çocukların
huzuru ve neşesi kaçmaması adına idi. Para kaybettikçe neşe türettiler. Soyut
umutlar türettiler. Onlarla doyduk biz.
Ciddiyim DOYDUK! Ben ilk defa gördüm neşe ile sevinç ile doyulduğunu.
Onlar bana öğretti.
Onlar bana enteresan bir beslenme biçimi aşıladı. Yaşadığım
dönemin aksine. Arkadaşlarım hafta sonu fast food zincirlerine gitmek için can atarken, ben
babamlarla akşam oturup şarkı söylemeye başladıklarında biraz daha muhabbetlerine ortak olmak için can
atıyordum rakı bardağında ayran içerken. Babamdan öğreneceğim bir şarkı sözü
şakasını bekliyordum kulak kesilerek ya da enstrümandaki bir soloyu…Uykudan gözlerim
küçüldüğünde yüzümü yıkayıp geliyordum ve onlar bunu bilmiyormuş gibi
davranıyordu. Paylaşmak lafı vardır ya, onlar bana paylaşmayı öğretmediler.
Onlar bana paylaşılmayan bir şeyin ne kadar yavan olduğunu öğrettiler, paylaşma
zevkini ben kendim tercih ettim. Kapı açtılar ama itmediler. Yerden kaldırdılar
ama fatura kesmediler. Bana onlar sözle değil, yaşam biçimleriyle mutluluğu
maddeye bağlamamam gerektirdiğini uyandırdılar. Kaynağı küçümsemek yerine yüceltmeyi
, her hangi bir logo ışıltısına kapılmak yerine insan ışıltısına kapılmayı,
nefret edip yorulmaktan ise sevip rahatlamayı farkettirdiler. Fazladan hiçbir şey
yapmadan.
Şimdi bir de biz düşünelim bakalım günlük telaşlarımızı,
hayatlarımızı ne üzerine kurduğumuzu? Başkalarının telaşlarını nasıl bizimmiş
gibi giyindiğimizi? Sevdiklerimizi ne ile beslediğimizi ? Mutluluğu nerede
aradığımızı ?