17 Ekim 2016 Pazartesi

Vaziyet.

Bu yaşımın ihtiyarı oldum. Kırışıklıklarımın hepsi başkalarının boşvermişlikleri. Gülünce belli olan façalar var yüzümde. Kime sorsam başkasını gösteriyor. Bana sorsan ben bile başkasını gösteriyorum. Ben yapmadım o yaptı diyorum! Ben yapsaydım keşke. Yorgunluklar benim olsaydı. İz de bırakmazdı bu denli, kahveyle denkleyebilirdim. Hatrı kalırdı en kötü. Eşe dosta anlatırdık masalarda. Susturmazdı bu denli , boğaza düğüm gibi yapışmaz idi. Yutkunsam yetmiyor, öksürsem boğazım aşınıyor. Her türlü bir tortulu selamlar.Burnumun direği sızlıyor ,biri sesine ne oldu diyor, gribim diyorum . Bir hafta gitmiyorum gripten. Virüs var diyor eş dost. Ondandır diyorum. Virütik birşey bu kırgınlıklar, kızgınlıklar. Selam verdiğine belli etmeden bulaşıyor. Bir bakmışsın sabahına hatır kıyamet. Ayaklarım oturduğu yerde durmaz oldu. Koşar adım gitmek istiyorlar , her nerdeyseler. Kıçım yere düşman, beynim kalbe papaz. Tam barıştıracam boğazım düğümleniyor. Yine öksürük... 

Bir sahil kasabasına ihtiyacım yok. Orayı da ziyan etmek istemiyorum. Gözümü kapadım mı seyahatim bedava. Ama arada gözlerim gayrı ihtiyarı açılıyor. Sonra al başına bela. Nerede o palmiyeler! Nerede o dalga sesleri. Güme gitti zihnin ruhsal dönüşümü. İnsan gördü mü kanmıyor bir daha. Görmediğinden gol yiyorsun , hayat sürekli görmediğin şeyler türetiyor sana. Yoksa delirirsin. Aslında aynı yoldan fakat isim değiştirmiş sokaklardan kayboluyorsun. Deme ulan diyorsun. Demem diyorum. Peki. 

Görüp lades dedin mi o zaman iş değişiyor. O zaman haydar haydar geliyor aklına. Kah çıkıyor kah iniyorsun. Mesela bildin mi sokakları, isimler senin için bir şey ifade etmiyor. Aklın takılmıyor günümüz şerbetine. Doğru , için gibi oluyor. İçinden geldiği gibi seyahat ediyorsun. Seyyah oluyorsun, şoför değil! 

Seyyah oldun mu kalbinden yemiyorsun. Oysa durdun mu kalbin yetmiyor. Parçalara ayırıyorsun , bir parça , bir parça daha derken boşluktan sızlıyor kalbin. Başka bir şeyle doldurmak istiyorsun, O da stepne olduğu için bir yerden sonra miyadını dolduruyor. Bünyeden atıyor kendini dışarı.Sonra her rüzgarda uğraş dur. Romatizma. 

Biraz kendine zaman ayırmalı insan, kendiyle sevişmeli, kendine de heyecanlanmalı, kendiyle eğlenmeli .Kendini bilemedikçe başkalarının yalnızlığında yitip gitmeye yüz tutuyor. Kalabalığı varlık, beğenilmeyi yaşamak sanıyor. Lezzeti lükste ,hazzı beleşte arıyor. 

Dönme dolap artık.Atlı karıncanı da durdur. Ben ekseninden çıkıp, atımı  yeşile sürücem.

16 Ekim 2016 Pazar

Buralar

Yazım dili olmayan bir yerdeyim. Yazılar havada uçan bulutlar gibi burada. Gölge ediyorlar, bazen de gürlüyorlar. Etkisi illa vardır ama etkileşimi yok. Çoğu insan  şemsiye açıyor zaten, çoğu yazıların gölgesinde. Ama pek göğe de bakmıyorlar. Baksalar belki, akıllarına bir şey takılır, bir kelam dokunur diye korkuyorlar herhalde. İşin yoksa üzerine düşün...
Buradakiler çok çalışıyor, işleri güçleri çok zamanlarını alıyor. İşleri çok mühim onlar için. Öyle kelimelermiş, gökyüzüymüş, yazıymış gibi “safsatalara” zaman ayıramayacak kadar meşgul buradakiler. Bir dokun bin ah işit, ama bir kelime okuma.
Buranın telaşları beton. Koca koca beton arkadaşları var. Betonlarla bile arkadaş olunabiliyor ama kağıt parçasından mürekkepten korkuyorlar… Üflesen uçar yahu bunlar! Belki de nefeslerinden de çekiniyorlardır. Ola ki üflediler o sırada  başka şeyler de çıkar gider bünyeden  akabinde  kendilerini kandıramazlar diye çekiniyorlardır. Nefes bu nerde boş vereceği belli olmaz. 
Gerçek olmayan yaşam biçimlerine gelemiyorum bile. Ekrana dokunmaktan teni unutanlar ordusu var burada. Ekrandan seviyorlar, erkenden şarjları bitiyor. Oradan yakınlaştırıyorlar kendilerini bir başkasına. İki parmağın değmesiyle iki kelamın hatırını kırıyorlar. Yakınlaştırdıkça fotoğrafı kendilerine uzaklaşıyorlar. Bir müddet sonra en yakın prize yakınlaşıyorlar, biraz elektrik ve evet!  Tekrar hissedebiliyorum....
Kendilerini kendiliğinden sevmiyorlar. Yalan yok. Başka bir balon üzerinden seviyorlar. Fotoğraflarını sunuyorlar düzenli olarak, belirli saatlerde. Öğün gibi benimsemişler bu rutini. İsviçreli bilim adamların genel geçer sağlık kuralları gibi bir hal almış bu servis. Günde 2-3 kere şu saatler arasında. Hafta sonları ise şu saatlerde.  Sürreal bir yaşama biçimini  daha sürreal bir zorunlulukta bocalatan hastalıklı bir özgürlük yanılsaması!
Bir sürü gerçeği, aslını reddedip yedekliyorlar. Yedekli asılsızlar deposu.

Yorgun savaşçılar gibi eve gidiyorlar. Biraz kahramanlık oyunu aşılayıp, bunun afyonu ile uyuyacaklar. Yarın bilmedikleri ama profesyonel oldukları bir tempoya dahil olacaklar. Dinlenmeliler…