26 Haziran 2017 Pazartesi

Yalan.

Yalan söyleyecek kadar vaktim yok benim bu hayatta. Başka uğraşların girdabında heba edemem yaşama lüksümü. Yürüyecek yolum, bölecek ekmeğim varken , derdi yoldaş edemem kendime.Zaten o doymaz benim ekmeğimle, ben anca kendime yeterim ; ola ki kendim taştı birine , başım gözüm üzerine taştığım. Ben fikrime giderim, fikrim beni yanıltırsa alırım yine de koynuma. Uyuruz biraz. Dinlenir telaşımız. 
Ben seni değiştirmeye çalışamam. Bunu isteme benden. Bırak çalışmayı böyle bir şeyi hiç düşünmedim bile , keza yoldayken tabelalarda gördüm böyle şeyleri. İnsanlığını unutanlarımızın aklına karpuz kabuğu misaliydi bu oyunlar.Senin uğraşın kendine...Hepsini geçtim ; sarıldığımı neden değiştireyim, zaten onca şeyden sıyrılıp sarılmışım. İnsan sarıldığı , sığındığı şeyi niye değiştirsin?  Benim ruhum kiremitleri, betonları sevse ,sana niye sarılsın ki? Kiremit değil bu kalp. Kalp değişir mi? Doğduğun değil mi sendeki ? Markasız, şehirsiz, karsız , safi atma telaşında olan.

Sarıldığımla kavga edemem ben. Hem sarılacak hem kavga edecek gücüm yok benim. Benim gücüm aşka baki, yolum gücüm sevgiden geçer benim. Gün gelir kavga etmem gerekirse daha kendini bulamamışlarla  kavgadan da kaçmam. Ama onlara göstermek için değil. Kendimde kalmak için. Sonra ya gün gelir sarılamaz isem ,başka uğraşlara güç harcayıp  ; o zaman kavga etmekten daha çok yorulurum. 

Ben olanı olmamış gibi yaşayamam.O kadar aklım da yok. Benim aklım olanı anlamak , bilmek için var. Elimde avucumda olan beni bilirim. İnsanı bilirim ; çağlarca olan değişimini, yer yüzüne çıkan tepeleri, canlıları, kanyonları, doğanın sunduklarını, bilimi, inançları, varoluşta ki yerimi bilirim. Ama senden bilemem, senden bakamam bir şeye. Ben bakarım diyen yalan söyler ; benim de yalan söyleyecek kadar vaktim yok...

19 Haziran 2017 Pazartesi

Hayal Birliği

Hayal birliği yapıyorsun hayatındaki insanla. Hayatı paylaşmak değil, hayali paylaşmak lazım. Hayatı yedi cihanla paylaşıyorsun zaten hali hazırda. Yeni çağ sana bunu getiriyor oluk oluk. Yalnızlığını bile çok rakamlı alanlarda yaşıyorsun. Yalnızlık halbuki birinin haberi olduğu anda varlığı yitiren bir şey iken ,insanlar dolu dolu yalnız. Her kavramı birbiriyle karıştırır olmuşuz. Yüz kişi bir şeyi söyleyince bizim sayar, kabul eder olmuşuz. Bedensel olarak  modern ırgatlara dönmüşüz. Bildiğin magazinleri , ilk akla gelenleri , resimleri üzerimize giymişiz. Herkesle herkes gibi ilişki kuruyor bir çoğumuz. Farkımızdan, kusurumuzdan korkar halde. İyi anlaşan, süt liman, hep çekici olmak zorunda olan bir canlı sürüsüymüşüz gibi bir halimiz var. 
Ama ya içimiz? Bizde ki asıl sürdürelebilirliği sağlayan enerjimiz? Ya hayalimiz, hayalimize bulduğumuz yoldaşımız? Ya sevgilimiz? Sevgili eskinin fırtınası iken , şimdilerin gölleri haline gelmiş. Ne bir bilinmezliği , ne fırtınası, ne köpürmesi, ne dinginleşmesi kalmış. Safi minik minik homurdanmalar. Ruhu olmadığını bile kendine söyleyemez ilişikler...Yoksa beraber aktivite yapmak devede kulak ! Ohh mis gibi, gider giyiniriz herkesin giyindiklerini, düşeriz rutine. Dışarıdan sessiz sakin görünürüz, hatta düzenli olarak devam edersek ev bile kurma zamanı geldiğini hisseder evlik oluruz. ( Evladiyelik olmak yerine) Sen güzel güzel renkli havlular seçersin, Ben evin sağı soluyla uğraşırım ( Kendim zaten tastamam bir insanoğlu olduğum için , evi de adam ederim.)  Hafta sonları eşi dostu çağırırız evimize,( çok iyi insanlar olduğumuzdan sevenimiz hiç eksik olmaz ) Kahvaltılar , o minnak minnak porselen yığınlarının işlevsizliğinde şirinler gibi mavi olana dek şekerli şeyler tüketiriz. Beraber alış veriş yapmalara gideriz. Hatta paketlenmiş şeyleri sevmediğimizden kendimiz alır el yordamıyla hazır ederiz her şeyi (Bilinçli insanlarız biz ) Sen  harika kumaşlar içinde gelirsin karşıma, ben seni daha çok arzularım, kendine güvenen erkek imajımla seni daha da kendime bağlarım. Olur bunlar, biliriz bunları. Ha bir de bunların hepsini o kadar şey yaşadıktan sonra karar verdiğimiz seçimlermiş gibi yaşarız. O durumda ölene kadar kendimizi masturbe edecek kültürü de edinmiş oluruz.

Peki ya benim düzensizliğimi paylaşacak biri olsa? bırak pay etmeyi benim düzensizliğim ile kendi düzensizliğini yaşasa. Olanları, sıra gelenleri değil de ,olmayacak işleri başıma açacak olmayanları olduracak bir yoldaşa ihtiyacım varsa. Aklın sürprizlerini paylaşacak , farkı el yapımında aramayacak biri?

Biz ideaları paylaşsak.Bir evin değil de , dünyanın evlerinden birine, diyarına düşmek arzumuz olsa, görünmeyen şelalelerin üstünden atlasak, bilmediğimiz bir ormana dalsak, geçim sıkıntısı vs değil de orada aç kalmaktan korkup el yordamıyla bir şeyler türetmeye çalışsak. Ütopyalarımız olsa onlarla boğuşsak. Ayakkabı telaşı yerine toprağa basma telaşımız olsa, tabanlarımız ile toprağa döksek derdimizi, konuşsak uzun uzun...O alsa meramımı, dağa ,tepeye, ağaca iletse. Doğa'nın ahbapları dost olsa bize, söz olsa dile,meşk olsa aşka. Ara sıra birbirimizden öte ağaca sarılsak. Onu dinlesek. Ahbaplık bu ya, rabbena  hep bana olmaz. 

Birazda insan halimizle ,ağaca yol olsak. Kalbimizle beslesek o ağacı, dalından bir çiğ düşürse bize susuzluğumuzu alsa. Zihnin derinliğine inip ağacın meyvelerinden yararlansak. Hangi yeşil neye deva gelir ona bakınsak, üstümüzdeki tuğlaları bir bir hiç edip nefes aldırsak tenimize, yaralar bağlamış yerlerimizi rüzgarla iyileşse. Elimiz birbirimize nüfus etse slikonsuz, kumaşsız. Sen , ben bir de ağaç hissetsek birbirimizi, elmayı da yesek her şeye rağmen...