30 Aralık 2016 Cuma

Sen, ben, biz.

Yüzünün kimliği gözlerin
Kapadın mı hükümsüzsün
Hiç bir hak iddia edemem arzularıma dair. 
Yorulurum orada bir göz düşünmekle
Üstüne bir kirpik, hülyalı bakışlar...
Benim işim değil, zorlanırım.
Sağım solum hayal olur.
İstemem...
Sen varken hayal kurmak ayıptır buralara
Zihnimi istemem yanımda sen varken
Varlığın yaşamak için kabulumdür.
 Bilirim önceleri zihin işçiliğimi,
buralarda yüz bulmayan rüyalara daldığımı.
Terleyerek uyandım hep, kırılmış.
Yorgun
Hasar bıraktığı da oldu daldığım dehlizlerin
Amma yürüdüm kabul edebileyim diye.
Çok sorular kendime.
Bir mahmurluk anında gördüm kaçamaklarımı ,sıgındıklarımı
Hiçbiri sen gibi, ben gibi değildi. 
Neydi onlar? 
Kimin yapımıydı onlar?  
Baktım ki biz daha kudretliyiz
Baktım biz evladiyeliğiz
Baktım ; evladım  elimde  
Baktım ; evladımın diğer eli 
Yer arayıp duruyor zamanda...


Yaşamakla haşır neşirim şu sıra. 
Kapamıyorum gözlerimi ,
En iyisi sen de kapama gözünü...
Lazım oldu mu senin yerine de uyurum,
Ağlarım belki , senin gözlerin parlar. 
Ama tembellik yapmanı da istemem. 
Bak isterim, gör isterim. 
Kelimeye zahmet gerektirme isterim. 
Olanı bil, kendinde beni sev isterim.
Bil ki bende ne görüyorsan güzel olan
Hatırı sendedir...


15 Aralık 2016 Perşembe

Soru

Uzaklaştırıldık soru sormaktan. Şimdilerin değil, çocukluk hasarı bu soru soramamak. Yanlıştı, ayıptı, karşı tarafla olan ilişkinde mesafe koymaktı. Yargıydı,samimiyet kırıcıydı. Karşı tarafta uyandıracağın hissiyatlar korkusuydu. Soru sormanın güzelliği, ufuk açımını, sorgu -yargı kısırlığına heba ettik. 
Soru ki ; milyon farklı ihtimali aşılayan, döngüden ayrıştıran, kendi yolunun giriş bileti sunan güzel bir lüks iken eylem hatasından, susmalardan kafamızı kaldıramadık. 
Bazı susmalar vardır ,bilgiden ve kabul edişlerden türer. Gel gör ki çoğumuz bilgiye sahip olamadan sustuk. Toplum, biçim, anane, örf ,adet alt metni ne olursa olsun sustuk. Susmanın nedeni çok sorgulanmaz ya. İyidir susan çocuk, efendidir. Ağır başlı diye bir tanım var bizde. Evet ağır başlıdır öyle ki kafasında sormadığı sorulardan kamburu çıkacak kadar.
İnsan bu anlaşılamaz, tahmin edilemez varlık. Homurdanmaların karnından konuşmaların önüne geçemiyor bazı zamanlar, o vakte kadar sırtına kadar yüklendiği her sormadığının külfeti ile uğraşıyor. Susmanın işlevsizliğiyle mumyalaşmış gibi büyüyorduk çocukken. Daha anne babaya, öğretmene, eşine dostuna soru soramazken, bilgiye ulaşamaz iken zamanla balmumu heykellere dönüştük ,görünürde yaşar...
O biçimlerimizle ne de olsa dümende biri var diye güvertede yayım yayım yayılıyoruz. Her şey süt limanken harika tabi. Peki ya bir buz dağına denk geldik mi? Veyahut doğa ana bu ya ; bir fırtına koptu mu ?  O durumda da cühela telaşımızdan bir şey yapamaz hale gelecez. 
Can havli ile sayıklamalar başlayacak. Bir süre sonra o sayıklamalar  amaçsız sorular haline gelicek sonra pat! Geçmiş olsun. Vücut kendini direyemeyip yüz üstü yayılacak yine.
Diyeceksin ki ; "Soru ulan bu! Soru! İnsan soru sormadığı için ölür mü ? " 

Ölür kardeşim. 

Sadece sen değil, bazı zamanlar soru sormadığın için başkası ölür. Katil olursun haberin olmaz. Dünyada çok kiralık katil vardır böyle. Sistemlerin kiraladığı, erbabı olduğu mesleği bilmeyen milyarlarca katil var bu dünyada. Sorsan karıncayı bile incetemem deyip dünyanın kalbine bıçak saplayan vebalar var insan bedeninde. 

Dünya suçu işlemeden ( ki eş'e dost'a o kadar suç işlenirken en azından dünya suçu işlemeden) soru sormalı insan. Onca susmaların suçlarını ,sorularla beraat ettirmeli. Dünyada bir hayli görünmez hapishaneler var. Hücrelere mahkum özgürler., lükslerde yüzen fakirler. 

Soru sormalı insan! 
Bütün yaşananlara...

İlk anlarda akla ilk gelen sayıklamalı  neden niçin nasıl sorularını harcayıp vücudu kendine getirdikten sonra ; asıl sorulara geçmeli insan. Olanın vasıfsızlığından öte ,olucakları şekillendirecek sorular sormalı. 

Sorular ki bize dünyanın en güzel eserlerini bıraktı. Sorular ki hayali , o uçsuz bucaksız alanı dolu dolu yaşamamıza sebep oldu. Vardır bir sordukları...

24 Kasım 2016 Perşembe

Zaman

Zamanlarım ölüyor içimde. Yuttuğum zamanı öğütemiyorum. Alelacele yutuyorum çiğnemeden.
Ne zamandan anlıyorum ne zamansızlıktan. İkisi de benim değil. Sanki bana kalan ; bana kalma umuduyla güzelmiş
gibi. Umuttan cıkıp bana kaldığı zaman kırılıyor zaman. Kıymetlendirmeye çalıştıkça kıymetini yitiriyor zaman. Benim
ki insan ukalalığı ; kıymetini bilmek yerine kıymetlendirmeye çalışmak. Onun zaten hali hazırda bir kıymeti, bir eylemi
veyahut bir dinginliği var. Senin üzerine derme çatma bir şeyler katmanla gecekondulaşıyor zaman.

Zihnindeki tasvirin ne ise; onu üzerine ekleyebileceğin bir yapı değil sanki. Rüyanın farkına vardığında uyanırsın ya,
veya bir korna sesiyle kurduğun hayale yabancılaşırsın, tam da böyle bir şey zaman algısı. Fark edince ölüyor gibi
geliyor. İnsanın yaşlanmaları , çizgileri bu sebepten sanki  ;öldürdükleri zamanlardan . Her zaman, onda bir iz bırakmış
Sabıkaları yüzünden okunuyor hepimizin.

Planlar yapıyoruz o ,şu,bu zamana. Yükümlülükler veriyoruz. Bir ay sonra ,bir gün sonra , beş yıl sonra nerede olmak istediğimizi diretiyoruz. Biletler alıyoruz ucuz. Tatiller yapıyoruz ucuz. Heyecanlarımız haline geliyor ucuz. Kalplerimiz
çarpıyor ucuz. O yüzdendir ki pahasını bildiğimiz için, fatura kesiyoruz her zamana. Sonra nedenlerle de zaman öldürüyoruz.
O ucuz değil. En pahalısı da nedenlerle öldürdüğümüz zaman. Kimin böyle bir lüksü olmuş bilmiyorum. Benım olmadı.
Tarihe baktığımda da mitoloji dışında lüksü olan varlıklar görmedim. Devletin malı deniz algısıyla , senin olma-
yan ile övünerek  daha da fakirleşiyoruz. Sen'in senin olması yetmiyor sana. Zaman, mekan, yaşam hatta ölüm bile
senin olsun istiyorsun-uz. Her şey olma tedirginliğiyle hiç bir şey olamıyorsun desem, yine biraz zaman öldürünce
sabıkalarına biraz kat ekleyeceksin. Bilirim. Ya da tahmin edebilirim .

İnsan başkaları ve zamanlarla ilgili büyük uğraşlarda. Kelimeleri telaffuz kazandığı vakit itibariyle bir uğraşa düşüyor. Hep ecek -acak'larla -mış miş'leri maç yaptırıyor.Hep planlarla olmamışlıkları bileyliyor birbirine. Bunların için
bir ton taraftar buluyor kendine. O güzelim şu an'ı da hakem olarak kullanıyor karşılaşmada. Başlıyor holigarşi. Kendi
yaratıyor şiddetini. Hiç onun olmayan- onun dahil olamadıklarıyla. Kavgalar, bir sürü hayatına girenleri yaralamalar,
yaralanma korkusundan gözünü kapatıp küfür kıyamet koca bıçaklarla dalmalar...Hakikaten de vücudunda yersiz
aksiyonlara vesile olan kan, gövdeyi götürüyor. Oradan oraya...

Boşuna bu kadar yorgunluk, kırgınlık, ölüm, kalım, sevmeyiş, sevişmek zannediş, bu yanıldıklarımız boşuma.
Bir anlık gülümsemenden başka , bir anlık heyecandan başka bir matematiği yok bu sürecin.
İster modern insan ukalıklarını giyin üstüne, ister " hoyot o kodor do koloy dogol"   de. İstediğin katil ukalalığı
yaparsan yap ;
 seni beni bizi tatmin edecek iki biçim var biri an biri sen,ben. Şu an'ın ötesinde kullanabileceğin bir sihri , ve bu sihri
gerçekleştirecek olan bir senden  başka hokkabazı yok bu hayatın.

17 Ekim 2016 Pazartesi

Vaziyet.

Bu yaşımın ihtiyarı oldum. Kırışıklıklarımın hepsi başkalarının boşvermişlikleri. Gülünce belli olan façalar var yüzümde. Kime sorsam başkasını gösteriyor. Bana sorsan ben bile başkasını gösteriyorum. Ben yapmadım o yaptı diyorum! Ben yapsaydım keşke. Yorgunluklar benim olsaydı. İz de bırakmazdı bu denli, kahveyle denkleyebilirdim. Hatrı kalırdı en kötü. Eşe dosta anlatırdık masalarda. Susturmazdı bu denli , boğaza düğüm gibi yapışmaz idi. Yutkunsam yetmiyor, öksürsem boğazım aşınıyor. Her türlü bir tortulu selamlar.Burnumun direği sızlıyor ,biri sesine ne oldu diyor, gribim diyorum . Bir hafta gitmiyorum gripten. Virüs var diyor eş dost. Ondandır diyorum. Virütik birşey bu kırgınlıklar, kızgınlıklar. Selam verdiğine belli etmeden bulaşıyor. Bir bakmışsın sabahına hatır kıyamet. Ayaklarım oturduğu yerde durmaz oldu. Koşar adım gitmek istiyorlar , her nerdeyseler. Kıçım yere düşman, beynim kalbe papaz. Tam barıştıracam boğazım düğümleniyor. Yine öksürük... 

Bir sahil kasabasına ihtiyacım yok. Orayı da ziyan etmek istemiyorum. Gözümü kapadım mı seyahatim bedava. Ama arada gözlerim gayrı ihtiyarı açılıyor. Sonra al başına bela. Nerede o palmiyeler! Nerede o dalga sesleri. Güme gitti zihnin ruhsal dönüşümü. İnsan gördü mü kanmıyor bir daha. Görmediğinden gol yiyorsun , hayat sürekli görmediğin şeyler türetiyor sana. Yoksa delirirsin. Aslında aynı yoldan fakat isim değiştirmiş sokaklardan kayboluyorsun. Deme ulan diyorsun. Demem diyorum. Peki. 

Görüp lades dedin mi o zaman iş değişiyor. O zaman haydar haydar geliyor aklına. Kah çıkıyor kah iniyorsun. Mesela bildin mi sokakları, isimler senin için bir şey ifade etmiyor. Aklın takılmıyor günümüz şerbetine. Doğru , için gibi oluyor. İçinden geldiği gibi seyahat ediyorsun. Seyyah oluyorsun, şoför değil! 

Seyyah oldun mu kalbinden yemiyorsun. Oysa durdun mu kalbin yetmiyor. Parçalara ayırıyorsun , bir parça , bir parça daha derken boşluktan sızlıyor kalbin. Başka bir şeyle doldurmak istiyorsun, O da stepne olduğu için bir yerden sonra miyadını dolduruyor. Bünyeden atıyor kendini dışarı.Sonra her rüzgarda uğraş dur. Romatizma. 

Biraz kendine zaman ayırmalı insan, kendiyle sevişmeli, kendine de heyecanlanmalı, kendiyle eğlenmeli .Kendini bilemedikçe başkalarının yalnızlığında yitip gitmeye yüz tutuyor. Kalabalığı varlık, beğenilmeyi yaşamak sanıyor. Lezzeti lükste ,hazzı beleşte arıyor. 

Dönme dolap artık.Atlı karıncanı da durdur. Ben ekseninden çıkıp, atımı  yeşile sürücem.

16 Ekim 2016 Pazar

Buralar

Yazım dili olmayan bir yerdeyim. Yazılar havada uçan bulutlar gibi burada. Gölge ediyorlar, bazen de gürlüyorlar. Etkisi illa vardır ama etkileşimi yok. Çoğu insan  şemsiye açıyor zaten, çoğu yazıların gölgesinde. Ama pek göğe de bakmıyorlar. Baksalar belki, akıllarına bir şey takılır, bir kelam dokunur diye korkuyorlar herhalde. İşin yoksa üzerine düşün...
Buradakiler çok çalışıyor, işleri güçleri çok zamanlarını alıyor. İşleri çok mühim onlar için. Öyle kelimelermiş, gökyüzüymüş, yazıymış gibi “safsatalara” zaman ayıramayacak kadar meşgul buradakiler. Bir dokun bin ah işit, ama bir kelime okuma.
Buranın telaşları beton. Koca koca beton arkadaşları var. Betonlarla bile arkadaş olunabiliyor ama kağıt parçasından mürekkepten korkuyorlar… Üflesen uçar yahu bunlar! Belki de nefeslerinden de çekiniyorlardır. Ola ki üflediler o sırada  başka şeyler de çıkar gider bünyeden  akabinde  kendilerini kandıramazlar diye çekiniyorlardır. Nefes bu nerde boş vereceği belli olmaz. 
Gerçek olmayan yaşam biçimlerine gelemiyorum bile. Ekrana dokunmaktan teni unutanlar ordusu var burada. Ekrandan seviyorlar, erkenden şarjları bitiyor. Oradan yakınlaştırıyorlar kendilerini bir başkasına. İki parmağın değmesiyle iki kelamın hatırını kırıyorlar. Yakınlaştırdıkça fotoğrafı kendilerine uzaklaşıyorlar. Bir müddet sonra en yakın prize yakınlaşıyorlar, biraz elektrik ve evet!  Tekrar hissedebiliyorum....
Kendilerini kendiliğinden sevmiyorlar. Yalan yok. Başka bir balon üzerinden seviyorlar. Fotoğraflarını sunuyorlar düzenli olarak, belirli saatlerde. Öğün gibi benimsemişler bu rutini. İsviçreli bilim adamların genel geçer sağlık kuralları gibi bir hal almış bu servis. Günde 2-3 kere şu saatler arasında. Hafta sonları ise şu saatlerde.  Sürreal bir yaşama biçimini  daha sürreal bir zorunlulukta bocalatan hastalıklı bir özgürlük yanılsaması!
Bir sürü gerçeği, aslını reddedip yedekliyorlar. Yedekli asılsızlar deposu.

Yorgun savaşçılar gibi eve gidiyorlar. Biraz kahramanlık oyunu aşılayıp, bunun afyonu ile uyuyacaklar. Yarın bilmedikleri ama profesyonel oldukları bir tempoya dahil olacaklar. Dinlenmeliler… 

28 Ağustos 2016 Pazar

Nayloncu.

Benim bir derdim var.  Al bu derdi yerine mandal filan ver nayloncu! Aslında devir senin devrin. Bizim çocukluğumuzda sen mahalleler arasında dolaşan, ilk habercilerin biz çocukların olduğu- çünkü sen geldin mi maça ara vermek zorunda kalırdık - sonra annelerin olaya dahil olduğu ve sonrasında ise unutulan varla yok arasında bir ilişiktin. Mesela eski mahalledeki tüpçünün bile hatırı vardı bende, hiç girmediğim kuaförün, kuru temizlemecinin bile! Halbuki sen yoksun. Hem herkesle bu kadar haşır neşir olup, hem de bu kadar belli belirsiz olmak senin harcın. Yani senin arabanın arkadan bir görseli var -o da gitse de maça devam etsek diye bakmaların mirası-. Dedim ya senin eskiden kıymetin çok bilinmezdi ama simdi senin devrin; biz büyüdükçe her şey naylona bağladı. İlişkiler, dostluklar inanmazsın faturalar bile! Fatura ulan bu diyeceksin sen simdi, nasıl naylon olur bu. Ya caanım nayloncu senden sonra naylon sektörü çok başka hal aldı. Mesela bazı arkadaşlarım var naylon.  İnanmazsın versem onu, bana leğen vermezsin yerine. Hatta bazı bilge kişiler var ki mahallelere götürsen o arabada kalır. Onun yerine ip alır millet. . En azından ip işlevsel, o safi üfürük! Geçende bir "sanatçı"gördüm. Yani öyle deniyor ya buralarda...
Gerçi, dur nayloncu ben sana öncelikle buradan biraz bahsedeyim; buranın dili başka. Burda söylediğin, söylediğin gibi değil mesela. Her daim alttan bir ironi vakıf olmuş kelimelere. Popüler diye bir şey var buralarda. Daha kimse nedenini bulamadı. Araştırıyorlar. Ama çok enteresan...

Aslında senin gibiler be ağbi. Yanlış anlama beni, seni bir kefeye koymak değil derdim ama bu benzeşmeler dikkatimi çekti. Onları da bekliyoruz bir an önce gitsinler de biz oyun oynamaya devam edebilelim diye. Yüzleri yok. Belli belirsiz. Aynı sen. Geliyorlar bir feryat figan . Bizim evdekilerde bakıyor haliyle, mahalle enteresan havuzdur. Kısa bir gündem olma süreci, sonra işlerini görüyorlar gidiyorlar. Olan bizim güzelim oyunlarımıza oluyor. 
 Bir de burada doğrular o kadar doğru değil. Yani doğrular hala doğru ama buralarda değil, sana borcu olup giden ev hanımları gibi. "Haa onlar mı? Onlar taşındı buradan" denilebilir. Burası havada yürümek gibi devam ediyor. İnsanlar bir garip bakıyor. Burada ki herkes özel yaratıklar. - Zaten yaratımlarından dolayı özeller de yaratıldıkları gibi kalmışlar-. Burada evinden çıkmadan dünyayı bilenler var. Teknoloji çok ilerledi! Senin gibi sokak sokak gezmeye de gerekleri yok. Mesela sen şimdi girmediğin mahalle hakkında konuşmazdın. Gerçi girdiğin mahallelerin de suyunu çıkartırdın o da başka ama. Buradakiler her yer hakkında konuşabiliyor. Buradakiler çok kültürlü. Sevgiler de harika burada. Senin hesap defterin gibi sevgiler. Varlık içinde yokluk. Yani senin defterde sözün ona  ne kadar paran varsa buradaki insanlarda o kadar dolu dolu yaşıyor aşkı.Taşınmasalar bari...

Buralar böyle anlayacağın çok da kafanı şişirmiyeyim nayloncu. Devir senin devrin . Bence çık sokaklara haykır derdini! " bu ne len! kimin naylonunu kime satıyorsunuz! " de. Devir senin. Hayırlısıyla bir bitseniz de bizde maçımıza devam etsek.
O bu değil de; " Anneeeee su sarkıtır  mııısıınn ? "

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Güzelliğin.

Hiçbir mercek veyahut hiçbir cam seni beni gördüğüm kadar güzel gösteremiyor. Bildikleri yok onların. İnsan eliyle anlatabilecek bir güzelliğin olsa herhangi bir çağ üretimine bırakmaz ben çizerdim seni... Bilirim ki renkleri kağıda bulayınca da sen olmayacaksın. O kağıtta gördüğümde seni hatırım kırılır, bilir ki onun oralarda tasvirin başka. Bir ihtimal bir yel güzelliğinde yoldaş olur bana ya da bir yağmur belki. Yağar, ister ahmak ıslatır cinsten -ki ahmağım ben bu güzelliğe karşı - ister sular seller gibi yağar bana. Sırılsıklamlığı ondandır aşkın  yoksa kuru kuruyadır aşk. Gökten gelmedi mi, ummadığın anda vurmadı mı olmaz.
Ötesi berisi yok, bilimle yansıtılmaz güzelliğin. Dünyada ki hiç bir güzellik gibi seni de fotoğraflardan görüp sevemem ben. Mümkün değil bu! Türlü halini kısırlaştıramam. 
Aklım sessiz kaldı mı anlatır seni de, kelimelere dökünce beceremez. Kelimeler döküntü gelir aklıma . Sanki hiçbir güruh seni taşıyamaz. Dil güzeldir başım gözüm üstüne ama sen dilden daha güzelsin. Seni dile indirgersem korkarım, bilirsin cambazları vardır o işin. Sen  dile düştün mü veyahut bir fotoğrafa bir resme, alırlar seni kendi bildiklerince türetirler, yorumlarlar. Korkarım. 
Ben mesela hiç yorumlamam seni. Ne bilirim ki senin gördüğün rüyaları. Karnın ağrıdığını. Kızdığını, kırıldığını; bilemem. Ben sadece paylaşırım seninle. Ama bilemem! Bilirim diyen yalan söyler! Ben senin güzelliğinde ancak kendimi
bilirim . 
Güzelim.
Bana senin resmin değil, nefesin lazım gelir. Gözümün görmesi değil fikrimin yaşaması gerekir. beni istemediğin zamanlar da bile hissettin mi tamam derim,

Yoksa elektriği kesilse kimsenin birbirini hatırlamayacağı bu yerde beni teknolojiye yazsan ne olur yazmasan ne olur! 

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Kalbi yarım.


İnsan kalbi yarım. Resimlerde ki gibi değil. Hayat genelde resimlerdeki gibi olmuyor . O resim insan eli! Ve çektiğinin tasvirini tam anlamıyla iletebilecek bir yetiye sahip değil. Ya da sahipse henüz bunun bilincinde olacak kadar kendinde değil. Hep başkasında insan. Oradan oraya! Sevdiğini, merakını, hakkını, kıymetini hep başkasında arıyor. Kalbi yarım. En çok vakit geçiren kendi iken, başkasına sorduruyor kendini. Her anını bilir iken teyit telaşında koşturuyor. Durmuyor insan yoruluyor bazen kalbi yetmiyor, yarım. Yine de durmadan sağa sola tutunarak, atıyor kendini yollara. Ne yol biliyor onu, ne o yolu. Güçsüz düşüyor ya bazen bir el uzanmadı diye kızıyor, bir el bekliyor! Yoldu bu hani? Yol hani sen idi? 
Sözüm ona kendin çıktığın yolda kendinden çıkıyorsun bazen. Sana kendin el uzatmamışken başkasına kızıyorsun. Burada bile kendinde değilsin, kalbin yarım.  Kendinle değil de başkasıyla daha çok sohbet ediyorsun, bilmediğin, ihtimal dahilinde olan şeylere bile kendinden daha çok zaman ayırıyorsun. Sonra boşlukta avare gibi dolanırken, yer çekimini kaybettiğinden ilk anların sana bir akıl boşluğu, bir salmışlık gibi geliyor. Ama kafası geçince bir yere basmak istiyorsun yaratımın gereği. Sonra vücudunu sıkıyorsun, kendine zarar veriyorsun, sen kastıkça vücudunu baskı yapıyorsun kalbine o da kaldıramıyor, kalbin yarım.  Zaman geliyor tanımadığın bir başkasının ölümü sana dokuyor. İnsansın, etkilenirsin nihayetinde.
 Hüzünleniyorsun. Kalbini o anlarda tam hissediyorsun. Yaşıyorum diyorsun. Kederi de sevgiyi de insanlığı da. Ama öyle değil ki o işler. Sadece buradan beslendiğin için, arta kalan zamanlarda kendinden yediğin için kalbin yarım.  Derdi tasayı varlık, ziyanı bolluk, biçimsizliği şenlik, kalabalığı senlik sandığın için tamamlanmıyor ya kalbin. Bırakalım da üstü başı, evleri binaları; kalbi besleyelim. Bırakalım denizleri doldurup doğadan kaçak şehirler yapmayı ve içlerinde telaşlanmayı, kalpleri dolduralım. O kendini var eder. Kalbin varlığı olmadan akıl neye kar eder? 



1 Mart 2016 Salı

Bizim zamanlar...

Kızların saçlarındaki daha kurumamış şampuanlardı bizim zamanların hülyalı parfümleri. Yüzü gözü olduğu gibiydi, bu yüzden saçını açtın mı yüreğini hoplatırdın bütün erkeklerin. Sağa sola salındıkça etrafı hayaller kaplardı. Şimdi saçma gelse de örgülerin topuzların arasında saçlarını açmış bir kız görmek büyük lükstü bizim zamanlar...

Hangi bastırılmış duygunun fışkırmasıdır bu bilmem ama ilk iletişim yoluydu bir kızın saçını çekmek. Dürtüler daha  o zamanlar kelimelerle özgürleşememişti. İlk insan gibiydik. Bir meme, bebekliğe o kadar yakın olmamıza rağmen o kadar hayal edilemez geliyordu bize. Meme, doğurganlıktaki yerini, ismini koyamadığımız meraka bırakmıştı belli belirsiz aralıkta. Birbirine '' Mu ne muuu?? Meemme ! '' diyen küçük küçük hanzolardık. Yazın normal şartlarda daha fazlasının gördüğün bacağa bakmazken diz kapağı gümrük kapısından geçen her şeye minik bir haz bırakıyorduk.

Ama insandık nihayetinde. Oturduğu sıraya yazı yazıp onun görmesini bekleyecek kadar da cesurduk! Şimdilerde utandığın sıkıldığın duygular o zaman gurur duyduğun duygulardı. Sevmek, birini istemek teknoloji yalnızlığında,  ekonomi kısırlığında kaybolmuyordu! İstiyorsan istiyordun!Cümle alem görse çekinmezdin!

Genelde ilk olarak birine vurma dürtünde buradan geliyordu. Kendini kanıtladığının düşündüğün kavgaların...

Mutlu uyumak için görmüş olmak yetiyordu, elde etmek kelimesinin yanından geçmiyordun, o senin yanından geçti mi tüm dünyadan geçiyordun! Hayal kurmak yeryüzündeki en kudretli şeydi senin için. O kadar hayale rağmen nasıl bir baskıyla büyütülmüş isek ona dokunmak ayıptı!Onunla bir şey yaşamak zarar vermek algısı yer etmişti. Sen onun yerine de düşünüyordun. O yüzden midir bilmem en sevdiklerine hep uzak davrandı bu toplum. Aile de baba uzaktı çoğuna, anneden saklanırdı herşey, abiye yalan söylenir kız kardeşe ket vurulurdu. Oysa ki en sevdiklerindi.

Biz küçükken başladık sevdiklerimize yanlış yoldan ulaşmaya. Evet hissiyat şahsi ve özeldi fakat eylemler genel ve geçer. Kaynağın doğalını yanlış yönlendirdik. Beceremedik hazzı insanla yoğurmayı, hayvanda tıkandık kaldık . Onun yerinede düşünme ukalalığına düştüğünden beri insan, onun yerine de karar vermeyi hak saydı kendinde. Hadsizce!

Zamanında kızların saçını çekmek yerine ilgisini çekseydik, ortak paydada kendimizi geliştirecek kadın erkek ilişkileri kursaydık, saf hissiyatlarımızı  safi egolarla yoğurup doğaya nankörlük etmeseydik o zaman aşık olduğumuzla meşkte edebilirdik.

27 Ocak 2016 Çarşamba

Yalnızlık

Yalnızlık iyidir biraz.
Kalbi sakinleştirir.
Cilasıdır başlangıçların.
Kendini kendine sevdirir ya da nefret ettirir, muallakta bırakmaz yalnızlık. Bazen üzer ama rahat rahat üzülürsün.
Yalnızlığa arkadaş olunmaz. Belki sadece komşular bulabilirsin, onlarda aynı kirayı ödeyen insanlar olur. Ama yalnızlığa salça olunmaz! Yalnızlık garnitürlü bir yemek değildir.
Yalnızlık sihir gibidir  aslında bir çok insan onu şiir zanneder. Yazılmaz, aranmaz da ayrıca yalnızlık. Arayarak sayfalarca kendi yalnızlığına tanıdık bulamazsın. Tanıdığı olmaz yalnızlığın, parmak izi gibidir.
Anda belirir,  yıldız kayması gibidir; dilekler yalnızlık halinde tutulur.
Beyin yalnızken umudu düşler. Fantastik  hayaller o halde inşa edilir. Kalabalıkken kıçınla güldüğüne yalnızken kalbinle sarılırsın. Yargısı yoktur merakı vardır yalnızlığın. Bilinçmiş altıymış üstüymüş uğraşmaz isteğine odaklanır. Çalışkandır yalnızlık! Kalabalığın programlaması yapar. İnsanlar arasında gördüğün ne varsa yalnızken tohuma düşmüştür. Yalnızlık doğru tüketilmesi gereken hazinedir, bağımlılık değil bağlılık duyduğun…
Dünya koca bir dekordur. Hatrı sayılır bir performanstır kalabalık gösterisi. Meşakatli bir prodüksiyondur. Çok para harcanır, çok zaman harcanır ama iyi uyutur. 
Yalnızlık ise rahat uyandırır.
İki rengi de güzeldir bu dünyanın…
Uyumak da iyidir
Uyanmak da…