30 Aralık 2016 Cuma

Sen, ben, biz.

Yüzünün kimliği gözlerin
Kapadın mı hükümsüzsün
Hiç bir hak iddia edemem arzularıma dair. 
Yorulurum orada bir göz düşünmekle
Üstüne bir kirpik, hülyalı bakışlar...
Benim işim değil, zorlanırım.
Sağım solum hayal olur.
İstemem...
Sen varken hayal kurmak ayıptır buralara
Zihnimi istemem yanımda sen varken
Varlığın yaşamak için kabulumdür.
 Bilirim önceleri zihin işçiliğimi,
buralarda yüz bulmayan rüyalara daldığımı.
Terleyerek uyandım hep, kırılmış.
Yorgun
Hasar bıraktığı da oldu daldığım dehlizlerin
Amma yürüdüm kabul edebileyim diye.
Çok sorular kendime.
Bir mahmurluk anında gördüm kaçamaklarımı ,sıgındıklarımı
Hiçbiri sen gibi, ben gibi değildi. 
Neydi onlar? 
Kimin yapımıydı onlar?  
Baktım ki biz daha kudretliyiz
Baktım biz evladiyeliğiz
Baktım ; evladım  elimde  
Baktım ; evladımın diğer eli 
Yer arayıp duruyor zamanda...


Yaşamakla haşır neşirim şu sıra. 
Kapamıyorum gözlerimi ,
En iyisi sen de kapama gözünü...
Lazım oldu mu senin yerine de uyurum,
Ağlarım belki , senin gözlerin parlar. 
Ama tembellik yapmanı da istemem. 
Bak isterim, gör isterim. 
Kelimeye zahmet gerektirme isterim. 
Olanı bil, kendinde beni sev isterim.
Bil ki bende ne görüyorsan güzel olan
Hatırı sendedir...


15 Aralık 2016 Perşembe

Soru

Uzaklaştırıldık soru sormaktan. Şimdilerin değil, çocukluk hasarı bu soru soramamak. Yanlıştı, ayıptı, karşı tarafla olan ilişkinde mesafe koymaktı. Yargıydı,samimiyet kırıcıydı. Karşı tarafta uyandıracağın hissiyatlar korkusuydu. Soru sormanın güzelliği, ufuk açımını, sorgu -yargı kısırlığına heba ettik. 
Soru ki ; milyon farklı ihtimali aşılayan, döngüden ayrıştıran, kendi yolunun giriş bileti sunan güzel bir lüks iken eylem hatasından, susmalardan kafamızı kaldıramadık. 
Bazı susmalar vardır ,bilgiden ve kabul edişlerden türer. Gel gör ki çoğumuz bilgiye sahip olamadan sustuk. Toplum, biçim, anane, örf ,adet alt metni ne olursa olsun sustuk. Susmanın nedeni çok sorgulanmaz ya. İyidir susan çocuk, efendidir. Ağır başlı diye bir tanım var bizde. Evet ağır başlıdır öyle ki kafasında sormadığı sorulardan kamburu çıkacak kadar.
İnsan bu anlaşılamaz, tahmin edilemez varlık. Homurdanmaların karnından konuşmaların önüne geçemiyor bazı zamanlar, o vakte kadar sırtına kadar yüklendiği her sormadığının külfeti ile uğraşıyor. Susmanın işlevsizliğiyle mumyalaşmış gibi büyüyorduk çocukken. Daha anne babaya, öğretmene, eşine dostuna soru soramazken, bilgiye ulaşamaz iken zamanla balmumu heykellere dönüştük ,görünürde yaşar...
O biçimlerimizle ne de olsa dümende biri var diye güvertede yayım yayım yayılıyoruz. Her şey süt limanken harika tabi. Peki ya bir buz dağına denk geldik mi? Veyahut doğa ana bu ya ; bir fırtına koptu mu ?  O durumda da cühela telaşımızdan bir şey yapamaz hale gelecez. 
Can havli ile sayıklamalar başlayacak. Bir süre sonra o sayıklamalar  amaçsız sorular haline gelicek sonra pat! Geçmiş olsun. Vücut kendini direyemeyip yüz üstü yayılacak yine.
Diyeceksin ki ; "Soru ulan bu! Soru! İnsan soru sormadığı için ölür mü ? " 

Ölür kardeşim. 

Sadece sen değil, bazı zamanlar soru sormadığın için başkası ölür. Katil olursun haberin olmaz. Dünyada çok kiralık katil vardır böyle. Sistemlerin kiraladığı, erbabı olduğu mesleği bilmeyen milyarlarca katil var bu dünyada. Sorsan karıncayı bile incetemem deyip dünyanın kalbine bıçak saplayan vebalar var insan bedeninde. 

Dünya suçu işlemeden ( ki eş'e dost'a o kadar suç işlenirken en azından dünya suçu işlemeden) soru sormalı insan. Onca susmaların suçlarını ,sorularla beraat ettirmeli. Dünyada bir hayli görünmez hapishaneler var. Hücrelere mahkum özgürler., lükslerde yüzen fakirler. 

Soru sormalı insan! 
Bütün yaşananlara...

İlk anlarda akla ilk gelen sayıklamalı  neden niçin nasıl sorularını harcayıp vücudu kendine getirdikten sonra ; asıl sorulara geçmeli insan. Olanın vasıfsızlığından öte ,olucakları şekillendirecek sorular sormalı. 

Sorular ki bize dünyanın en güzel eserlerini bıraktı. Sorular ki hayali , o uçsuz bucaksız alanı dolu dolu yaşamamıza sebep oldu. Vardır bir sordukları...