Yazım dili olmayan bir
yerdeyim. Yazılar havada uçan bulutlar gibi burada. Gölge ediyorlar, bazen de
gürlüyorlar. Etkisi illa vardır ama etkileşimi yok. Çoğu insan şemsiye açıyor zaten, çoğu yazıların
gölgesinde. Ama pek göğe de bakmıyorlar. Baksalar belki, akıllarına bir şey
takılır, bir kelam dokunur diye korkuyorlar herhalde. İşin yoksa üzerine düşün...
Buradakiler çok
çalışıyor, işleri güçleri çok zamanlarını alıyor. İşleri çok mühim onlar için.
Öyle kelimelermiş, gökyüzüymüş, yazıymış gibi “safsatalara” zaman ayıramayacak
kadar meşgul buradakiler. Bir dokun bin ah işit, ama bir kelime okuma.
Buranın telaşları beton.
Koca koca beton arkadaşları var. Betonlarla bile arkadaş olunabiliyor ama kağıt
parçasından mürekkepten korkuyorlar… Üflesen uçar yahu bunlar! Belki de nefeslerinden
de çekiniyorlardır. Ola ki üflediler o sırada
başka şeyler de çıkar gider bünyeden
akabinde kendilerini kandıramazlar
diye çekiniyorlardır. Nefes bu nerde boş vereceği belli olmaz.
Gerçek
olmayan yaşam biçimlerine gelemiyorum bile. Ekrana dokunmaktan teni unutanlar
ordusu var burada. Ekrandan seviyorlar, erkenden şarjları bitiyor. Oradan
yakınlaştırıyorlar kendilerini bir başkasına. İki parmağın değmesiyle iki
kelamın hatırını kırıyorlar. Yakınlaştırdıkça fotoğrafı kendilerine
uzaklaşıyorlar. Bir müddet sonra en yakın prize yakınlaşıyorlar, biraz elektrik
ve evet! Tekrar hissedebiliyorum....
Kendilerini
kendiliğinden sevmiyorlar. Yalan yok. Başka bir balon üzerinden seviyorlar.
Fotoğraflarını sunuyorlar düzenli olarak, belirli saatlerde. Öğün gibi
benimsemişler bu rutini. İsviçreli bilim adamların genel geçer sağlık kuralları
gibi bir hal almış bu servis. Günde 2-3 kere şu saatler arasında. Hafta sonları
ise şu saatlerde. Sürreal bir yaşama
biçimini daha sürreal bir zorunlulukta
bocalatan hastalıklı bir özgürlük yanılsaması!
Bir
sürü gerçeği, aslını reddedip yedekliyorlar. Yedekli asılsızlar deposu.
Yorgun
savaşçılar gibi eve gidiyorlar. Biraz kahramanlık oyunu aşılayıp, bunun afyonu
ile uyuyacaklar. Yarın bilmedikleri ama profesyonel oldukları bir tempoya dahil
olacaklar. Dinlenmeliler…
Mecbur mu idik bu kargaşaya. Halbuki günün her saatinde gökyüzü var iken, olmasa dahi kalem, mürekkep ve kağıt var iken.Güzellik aramak istediğinde yerde. Herkesin güzellliği başka tabi. Ender insanlar idik biz. Gökyüzüne bakabilen, sayfalardaki cümlelere aşık...
YanıtlaSil