22 Aralık 2021 Çarşamba

 Küçüktüm, kalbim çarpmıştı... Aşık olmuştum. Aşk ne demek bilmiyordum bile. Tanıdıklara, aileme sordum. Anlatılanlara göre aşık olmuştum. Dün gibi hatırlıyorum, kalakaldığımı. Sadece olduğum yerden onu seyretmek istiyordum. Ona bakmak... İlk canlıların kendine yabancı bir başka canlı gördüğünde idrak süreci vardır ya, Adem gibi bakmak istiyordum sadece. Konuşmak bile değil... 

Denizi hatırlıyorum, sanki her dalgasıyla başka bir coğrafyadan tutkuları taşıyordu köpürmesiyle. Bense dünyanın aksine duruyordum. Hareket edersem ne olacağını bilmez bir halde... 

Aşk nasıl yaşanır diye araştırmaya başladım. Bilmiyorum. Ama yaşamak da istiyorum.  Tabii benim çocukluğumda bir bilgiye ulaşmak için yalnız kalmaman gerekiyordu. Yalnızlık, hele ki küçüksen hiçbir şey öğrenmene vesile olmuyordu. Bizim zamanların Google'ı eş dost, şayet boyun yukarıya yetiyorsa da ansiklopediler... Ve benim boyum yetmiyordu o zamanlar... Sormaya başladım. Anlatmaya başladılar. Yetmedi ben tekrar sordum, her bir cevap bir soru doğuruyordu. Sorular cevaplar... Anlatılanlar, anlaşılmayanlar...  Peki ya benim çocuk kalbim? Hiç bir cevaba yavaşlamıyordu. 

Eskiden, yaz mevsiminde de duygusal şarkılar çalınırdı kasetlerde. Ve bir çok şarkı, tanımadığım biri sanki beni duymuş da, benim için yazmış gibi geliyordu. -Nasıl? Bu kadar mı belliydi benim aşık olduğum? Halbuki ben sadece durmuştum, ona rağmen herkes anladı mı?- Ben aklıma kazınan şarkılarda, onu gördüğüm anı tekrar tekrar yaşamaya başlamıştım. Her seferinde aynı... Aşık olduğum zamanda sıkışmış gibiyim. Sanki ben o arada sıkıştım kaldım... Hareketsiz. 

Velhasıl anlatılanlara göre aşık olmuştum... Ve anlatılanlara göre yaşadım aşkımı. Bilerek yaptığım her şeyi bana anlatmışlardı. Böyle yapılır, şöyle olur, onun karşılığında o da böyle yapar... Kalbimin atması dışında her şey sanki planlanmış gibiydi. -Planlı zamanların arasındaki plansız ve ansızın doğan anlar dışında. - Ama anlatılanlara göre devam etmek, benim anlatılamayan zamanlarıma kar etmemeye başladı. Anladım ki anlatılanlar, anlaşılanlar değil de üstü örtülenler...  Benim aşkım da doldurulmuş zihnimin izin verdiği zamanlarda füturunu yitirmiş bir biçimde zaman zaman da olsa yaşanabilmiş...

Gereklilik kaygımız bitmedi bir türlü. Anlatıldığı gibi yaşanınca bir şey, anlaşılmazın gizemi, peşinden gitme arzusu, dünyanın bilinmezliğini ve bilinmezliğin heyecanını da ziyan ediyor insan. Bilmediği yoldan geçmiyor, merak ettiğini yaşayamıyor. Dünya, ihtimali sayısız bir sürü yol iken, coğrafyanın labirentinde sıkışıp kalıyor. Bir öncekinin ayağını kaldırdığı yere atıyor adımını, adına da başarı diyor. Kendini bir başkasının geleceğinde görüyor,  yaratımının onu eşsiz kılmasına rağmen... Bu kurgusal vasatlık devam ediyor da ediyor. Ölüme de bu kadar üzülmemizin sebebi de bu sanki.

Dünyadan gidenler sanki bir mesaj gibi, kalanların okumamak için başını öne eğip ağladığı... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder