24 Eylül 2018 Pazartesi

Bir an durdu adam.


Bir an durdu adam. Gökyüzüne kaldırmak istedi başını, sadece gördüğüne odaklanmak niyetinde. Uçsuz bir rengin içinde ,başka bir renge gitmek ; tabelasız, asfaltsız , egzozsuz bir yol yapmak istedi. Düşünmek istemedi adam. Düşün içindeki umarsızlığı bulmak gayretindeydi. Bilmem kaç saniyeyi bir hikaye kadar uzun yaşamak istedi. Kendi seçmek istedi zamanını, bir kendini bilmezin maaş sınırlamasına yaslanmak istemedi. Şehrin üstüne taşmış kanal yollarında faka basmak yerine , gittiği dağlardaki yamaçlardan yuvarlanmak istedi. Suratına, birinin kornası yerine rüzgar çarpsın istedi.  Çalının hışırtısı da onu kalabalık hissettirmeye yeterdi.

Uzun uzun durdu adam. Omurgasını, emanet ettiği kimliğinden geri almak istedi. Omurgası olmadan kaldıramıyordu başını gökyüzüne.  Kimlik, vermek istemedi omurgayı gerisin geri. Varlığını yitirmekten korktu. Ki haklıydı kimlik! O olmasa kimlik kimdi? Yönetemedi kimlik. Adeta kabından dökülen bir sıvı gibi gözünden aktı gitti adamın… Giyindikçe omurgasını , önceleri hayatını dondurulmuş bir gıda gibi yaşadığını anlıyordu. Biraz acıtıyordu ama umarsızca kızgın bir ateşte  ölmekten daha acı değildi ha bir tavada ha bir meydanda…

Kireçlere bezenmiş boynunu soktu tuzlu suya. Parça parça gidiyordu sanki modern zamanın zerreleri, her dalgada bir beğeni gidiyordu. Rengi çıkıyordu teninin, derisi nefes alıyordu. Bir an eline bakakaldı, eklemlerine, gözeneklerine, çizgilerine. Donmadan evvel yaşadıklarının izleri vardı ellerinde. Hayal meyal de olsa hatırladı elini kestiği zamanları. “Yaşamışım meğer…” dedi adam. “Bir dal yırtmış elimi küçükken”. Uzun uzun baktı ellerine. Suyun içine sokup çıkardı, elinden süzülen damlacıklara odakladı bakışını. Renklerin nasıl küçücük bir damlaya sığdığını,damlanın eline nasıl sarıldığını, düşerken nasıl veda ettiğini…  Öylesine oynadı zamanlarca.  

Sonra kafasını soktu suyun içine, kapadı gözlerini suyu dinledi. Çıkardığı baloncukları duydu. Hem parayla satılmıyordu bu baloncuklar, bir cu ‘su yoktu bu balonların. Sadece kendileri vardı. Her seste, şimdiye kadar tahayyül etmediği canlıları görüyordu suda, gözleri kapalı. Onlarla oynuyordu. Hayali çalışmaya başlamıştı tekrar. Küçükken batmasın, suyun üstünde kalsın diye taktığı kolluklardaki hayvan çizgileriyle oynadığını hatırladı adam, şimdi de suyun üstüne çıkmasın diye oynuyordu. Bir süre sonra gözünü açtı adam suyun altında. Duyduklarına ,gördüklerini dost etti. Kalabalıklaştı, adeta bir okulun teneffüs zili çaldığında çocukların hurra koşuşunu görür gibi oldu balıklarda. Peşlerinden dalmaya başladı. Ne de olsa teneffüstü, nefese ihtiyacı yoktu. Oradan oraya yüzmeye başladılar beraber. Omurgasını öyle ahenkle kullanıyordu ki adam ; eline koluna ihtiyaç duymuyordu, güce ihtiyaç duymuyordu. O an anladı ki ; güç omurgasızların hayatımıza soktuğu bir telaştı.

Devinirken suyun içinde az önce elinden suya düşen damlayı gördü. O’ydu ! Nerede görse tanırdı o damlayı. Aldı avucuna tekrar, başladı damla ile adamın dansı. Balıklar , insan değil de bir canlı görüyordu. Gitmek yerine oturup izlediler bir damla ile adamın dansını. Bir parmağından başka bir parmağına gidiyordu damla, oradan burnuna, yanaklarına…Ahengine düşmüşlerdi hallerinin. Tam yukarı çıkacak oluyordu damla, adam tutup geri çekiyordu… Güneşin düştüğü ışık yolları, sanki spotlarıydı onların. Nereye gitseler takip ediyordu yıldızlarını…

Bir an  durdu adam. Gökyüzünden indirdi başını. Umarsızca yaşadığı andan bir damla gözyaşı kalmıştı yanağında. Eli silmeye dahi gitmedi. Burnundaki nemi hisseti adam…Onca zamandan sonra hissetti adam…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder