7 Temmuz 2014 Pazartesi

İnsan.

Saat 15:00’e geliyor… Artık uyanma vakti. Kalktım mutfağa doğru gittim. Gazetemi açtım, dolaptan sarımsak çıkardım. Gazetenin üstünde sarımsak soymak kolay oluyor, etraf kirlenmiyor; malum sarımsak kabukları şeffaf ve yapışkanlar. Onlar kendi aralarında gazeteyle anlaşıyorlar. 
Gazete de yapışkan ama şeffaf değil. 
Sarmısakları sürahiye koydum, üstüne de zeytin yağı... Ohh mis! Kapattım ağzını.
Yüzümü yıkamadım ama görüyorum. Saçım başım darmadağınık gel gör ki naneli şeker atınca tertemiz hissediyor insan kendini, bütün kirlerim akıyor gidiyor. Hem şeker daha ucuz sudan!

Radyoda şöyle güzel bir müzik açmadım. Kendi boktan sesimle başarılı şarkılar söylemeyi tercih ediyorum genellikle. Evde filtre kahve makinesi olmadığı için çay demleye karar verdim. Son çay yaptığımda su tükenip ocağın altı yanar halde kaldığı için çaydanlığın ömrü bugüne vefa etmedi. Onu saygıyla anıp tenceremsi edavatlarla çay demlemeye koyuldum.
Sandviç mi yapsam veyahut yumurta mı kırsam? 

Şu somun ekmeğin arasına ince kalitesiz bir kaşar koyunca direkt Avrupa birliğine giriyor bizim somun ve vaftiz ismiyle sandviç oluyor. Ve ben sabah kahvaltıma sponsor olmasını istemediğim edebiyatı bi kenara bırakıp caaaanım sahanda yumurtamı 'omlet’ gibi teatral ismin kenarından sıyırarak bir güzel pişirmeye koyuluyorum.

Çay kaynadı, sahandaki pişti. Ne Güzel Bir Sabah!!!

Ağzımın dolu olacağını düşünerek kasetçalara kaset koyuyorum. Çünkü romantik gramofonum yok dramatik bir kaset çalarım var. Ayrıca romantik bir gramofon ihtiyacım hiç olmadı. Romantikle görüşmem bile! Ama İlhan İrem sağolsun!!

Bulaşıkları düşünen var ise onlar da bir zamanlar teknoloji yoksunu bu evde mecburen bir süre ikamet etmişti. Hikaye trajikleşmesin diye bulaşıkların akibetini  yazmıyorum. Anlaşarak ayrıldık.

Maillerimi kontrol etmek için bakamadığım bilgisayarımı çalan hırsızların yakınlarıyla olan ilişkimi yarıda bırakıp zaten gelen maillerde Bill Gate’s den neyden neyden Gets’den olmayacağından mütevelli; çünkü şehirdeki ‘çok soktuk ,biraz çıkarıp sokacaz’’ fırsatlarından öte koy yok mail kutuma, çok da bıtbıtlanmayarak, inanmazsın bir kitap açıyorum. Evet bir kitap okuyacağım!!

Her gün böyle niyetlerim oluyor. Ben de gün gelecek olmamış insanlar gibi, birçok kitaptan bir çok cümlenin altını çizip çükümün sevdasına beylik beylik laflar edip, insan kiralamak için ben söylemişim gibi  kullanacam o lafları! İnsan bu değil mi? Evin önünde yatacağına işe yarasın. 

Bizim iklimde çok sık rastlanan; kitap okurken göz kapama hastalığı yüzünden ne yazık ki gümledi entelektüel planlarım. Tıp bu konuda çaresiz ve adeta tıp!!!

İyisi mi ben işe gidene kadar biraz dolaşayım...

Ve çorap sorunsalı! Kabul çoraplarıma gereken özeni göstermiyorum. Ama onlarda biraz alttan alsın! Hemen yıpranıyorlar, yırtılıyorlar! Bahaneleri de hazır; tırnaklarım! Off tam bi elti hikayesi... Nihayetinde çorabın ucu yırtılmış olsa da ayakkabının içinde kalıyor zaten! Sen bilmezsen kimse bilmez! Aynı aile işleri gibi! 

Bir dakika! Haksız mıyım?  Dışarıdaki hayatımız da böyle ilerliyor. Bir iş kaybedişini, terk edilişini, başarını her bir şeyini sen yansıtmazsan insanlara, kimse bir şey tepki vermiyor. Senin yaşattığın kadar yaşar insanlar sende! Ama senin sürekli demogojik travmatik acıdanyüs besleniyorgi endoplazmik spazmların yüzünden, herkesi senin bütün duygularına alet etmeye çalışıyorsun! Mühim değilsin arkadaşım kabul et! 

Cebimde karton bardaktaki 5,7 gram kahveye verecek 8 liram olmayışının yaratmadığı hiç birşeyle tabure üstünde çay çeeek amcanın kahve paramızın eksikliğini giderircesine köstüğü demli çayımı içiyorum! İyi ki varsın çayçek amca! Yoksa biz nasıl çamur bir ağzı tadacaktık! 

Açıyorum gün içindeki en entelektüel atılımım olan mizah dergimi. Biraz okuyorum ama yaşadığım coğrafya daha komik olduğu için ince bir dudak kaymasıyla bitiyor dergi. 
Bir süre denize bakıyorum…
Bir süre daha…
Ne yalan söyleyeyim, ben genelde uzun süre denize bakıyorum...
Öyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder